7 Ekim 2023’te HAMAS’ın Aksâ Tûfânı Harekâtını başlatması ve Siyonist rejimin Demir Kılıçlar Operasyonu adını verdiği saldırıyla başlayan savaşın çok kısa sürede Gazzelilere yönelik bir soykırıma dönüşerek devam ettiği süreci hep birlikte izledik.
“Gazze’nin Gazze’den ibaret olmadığı gerçeği” ve “Gazze’yi savunmak; Maraş’ı, Antep’i savunmaktır!” söylemi bizzat TC cumhurbaşkanının ağzından dile getirilerek konunun ciddiyetinin farkında olunduğu ifade edilmesine rağmen gereğinin devlet seviyesinde yerine geldiğini göremediğimiz gibi gereğinin yapılması için kamuoyu da üzerine düşeni ne yazık ki yapmadı.
İktidar yanlısı İslami gruplar tahmin edildiği gibi hükümetle genel olarak uyumlu hareket ettiler ve somut adım atmaya zorlayıcı bir tutum içine girmekten kaçındılar. İstisna olarak HÜDAPAR’ın İsrail ordusunda savaşan ve TC vatandaşlıkları bulunan yahudilerin vatandaşlıktan çıkarılması için Meclis’te yaptığı çalışmayı hatırlayabiliriz. Ancak yine HÜDAPAR öncülüğünde Kürecik’te ve İHH öncülüğünde İncirlik’te yapılan eylemler sonuçsuz kalmasına rağmen bu kurumlar fazla ısrarcı olmadı ve hükümetle olan ilişkilerini hiç bozmadan devam ettirdiler. Hâlbuki yanında olunduğunu bilen iktidarın birkaç eylemden dolayı adım atmasını beklemek zaten bir boş beklentiydi. Bu istisnalar dışında iktidar yanlısı kurumların faaliyetleri, 7 Ekim öncesine göre en küçük bir gerileme göstermeyen, aksine hükümetin bozulmaması için üzerine titrediği TC-İsrail ilişkilerine hiçbir şekilde değinmeden tamamen halka dönük boykot çağrıları, yardım toplama kampanyaları ve en geniş katılımlı olanları Bilal Erdoğan’ın ve İsrail ile ticaret yapmaya devam eden MÜSİAD gibi kuruluşların organizasyonuyla yapılan protestolarda Tel-Aviv’e bağırarak geçti.
İktidar yanlısı grupların bu tutumlarının bağışlamak değilse de anlamak kolay; asıl anlamakta ve kabullenmekte zorlandığımız konu ise muhaliflerin tutumu! Yetersiz olsa da Saadet-Gelecek Grubu’nun ve YRP’nin meclisteki çalışmalarını anmamak gerçi haksızlık olur. Ayrıca Siyonist rejimle ticaretin kesilmesine dair özellikle YRP genel başkanının seçim dönemindeki söylemlerinin konunun gündemde kalması için etkili olduğu da doğru.
Ancak süreç boyunca, bu partilerin ve alt kuruluşlarının iktidara somut adım attırmaya dönük eylemsellik noktasında oldukça pasif ve çekingen bir tutum sergilediklerini üzülerek izledik. Onların çalışmaları da daha çok boykot çağrısı ve yardım toplama üzerinde yoğunlaştı. Bu gruplar sonuç almaya dönük eylemlerini sınırlı tuttukları gibi, Direniş Çadırı platformu ve Filistin İçin Bin Genç gibi grupların eylemlerine de kurumsal olarak katılım sağlamadılar.
Parti veya cemaat bağlantısı olmayan Direniş Çadırı platformu bazı haftalarda 20 hatta 30 ilde eylem çağrısı yaparken en geniş katılım birkaç yüz kişiyi geçmedi. Bazı yerlerde ise basın açıklamaları sadece 2-3 kişi ile yapılabildi. Mesela Anadolu Gençlik Derneğinden arkadaşlar bireysel olarak bu eylemlere katılım sağladılar ve dernek olarak da yer yer güzel işlere imza attılar; ancak derneğin 81 ilde teşkilatlı olduğunu ve mensuplarının çokluğunu düşünürsek eleştirimizde haksızlık etmediğimiz açıktır.
Aynı şekilde YRP genel başkanı Fatih Erbakan, TRT World forumu sırasında, “petrol sevkiyatı dursun” diyerek Cumhurbaşkanını protesto ettikleri için tutuklanan 9 genci davet edip makamında birlikte fotoğraf verdi ancak kendilerine bağlı olan Milli Gençlik Derneğini ticaret konusunda eylemler için teşvik etmedi. MGD’nin Direniş Çadırı bileşeni olarak veya tek başına kanlı ticareti konu alan bir eylemini hiç görmedik.
Tutuklu arkadaşları için defalarca yaptıkları basın açıklamalarında ve yürüyüşlerde polisten meydan dayağı yiyen ve defalarca gözaltına alınan Furkan Hareketi de somut adımlar attırılması konusunda tek bir miting veya yürüyüş yapmadı. Direniş Çadırı platformunda da yer almadı. Düzenlediği Filistin yürüyüşlerinde de İsrail-Türkiye ilişkileri ile ilgili tek bir pankart, tek bir slogan kullanmadı.
Köklü Değişim üyeleri Direniş Çadırı‘nın eylemlerine zaman zaman önemli katılımlar göstermekle birlikte kurumsal olarak onlar da platformun içinde bulunmadı. Köklü Değişim olarak yaptıkları eylemlerde de “Ordular Aksâ’ya” gibi çok genel ifadelerle yetindiler.
Elbette tek tek bütün kurumları ele almamız mümkün değil ancak 7 Ekim sürecinde iktidar muhalifi müslümanların önemli bir kısmının, teşkilat seviyesinde genel durumunu anlatmak için bu örnekler yeterlidir.
Bu süreçte belki de en etkili olabilecek eylemlerin başında Direniş Çadırı platformu bileşeni de olan Adana Gökkuşağı Derneğinden Mavi Marmara Gazisi Fevziye Şenoğlu ve arkadaşlarının yaptığı oturma eylemi geliyor. Savaşın başlamasından bir ay sonra Cumhurbaşkanlığı sarayı karşısında İsrail’le ilişkilerin kesilmesi, ticaretin durması için 5-6 kadının başlattığı ve Ankara’daki hiçbir grubun katılıp destek vermediği bu eylem, baskı ve gözaltı nedeniyle yalnızca birkaç gün sürdü. HÜDAPAR milletvekili Şehzade Demir’in destek ziyareti ise maalesef bireysel kaldı. Aynı kadınların aylar sonraki ikinci girişimi de yine hiçbir destek görmeden şiddet ve gözaltı ile sonuçlandı.
Şahsen katıldığım, tamamı iktidara mesafeli grupların düzenlediği, İsrail’e ve ABD’ye bolca lanet okunan, Sisi’nin bile eleştirildiği ama içinde yaşadığımız ülkenin idaresinin ima ile de olsa anılmadığı bir mitingden sonra tertip komitesine eleştirilerimi ilettim; “Haklısın!” dediler ama sonrasında bir değişikliğe şahit olmadım. Yine İsmail Haniye’nin şehadetinden sonra muhalif ve AKP yanlısı grupların beraber yaptığı bir başka yürüyüşte de tekbirden ve “Kahrolsun İsrail!”den başka slogan atılmadı, küçük bir grubun “İsrail’le Ticaret, Filistin’e İhanet!” sloganına da pek iştirak eden olmadı. Yürüyüş sonunda topluluğa hitap eden 7 konuşmacının hiçbiri İsrail’le yapılan ticarete tek kelimeyle olsun değinmedi. Yine halka bolca boykot çağrısı yapıldı.
Mizahi amaçlı asparagas haber sitesi Zaytung, Ak Parti iktidara geldikten sonra Beyazıt’taki Cuma eylemlerinin bitişine gönderme yaparak, “Eylem konusu bulamayan cemaat Eminönü’ne kadar ‘Köpek giren eve melek giremez!’ sloganıyla yürüdü. Görüştüğümüz cemaat üyeleri, ‘Artık başörtüsü yasağı da kalkacağı için başka bir konu bulana kadar kondisyonumuzu kaybetmemek amacıyla her Cuma Eminönü’ne kadar yürüyeceğiz!’ dedi.” şeklinde bir haber yapmıştı. 7 Ekim sürecindeki birçok eylem ve etkinlik de aslında bundan çok farklı değildi. Slogan belli: “Coca-Cola içme, hamburger yeme!”
Boykot çağrıları, insani yardım amaçlı para toplanması elbette önemlidir ancak siyasi yardım şüphesiz hepsinden daha önemli! Boykot, Siyonizm’e ne kadar zararı olduğuna bakılmadan devam edilmesi gereken bir sorumluluktur hatta İsrail ve destekçileri üzerinde az çok etki yapacaktır ancak halkın ürün ve hizmetlere dönük boykotunun etkili olması için nüfusun büyük bölümünün katılması lâzımdır ki bunun gerçekleşmesi ihtimalini kuvvetli görmüyorum. Ayrıca halkı boykota çağırırken Coca-Cola fabrikasının Cumhurbaşkanı tarafından törenle açıldığını ve yerli araba TOGG’un 5 ortağından birinin o fabrikanın sahibi olduğunu; dağıtılan boykot listelerinde ürünleri yer alan ve İsrail’de elektrik üreten Zorlu Holdingin patronunun bizzat Cumhurbaşkanı’nın elinden ödül aldığını da hatırlarsak söylemek istediğim daha anlaşılır olacaktır. Hükümet ortağı Bahçeli’nin Ali Koç’la ahbap olduğu ve düzenli olarak görüştüğü, İsrail Konsolosluğu ve elçiliğinin Koç’a ait binalarda barındığını da unutmayın!
Yardım kampanyalarının da istenen faydayı sağlamadığını yaşayarak gördük. Tırların sınırda nasıl İsrail’in iznini beklediğini unutmayalım. Kaldı ki savaş sırasında sadece Türkiye’den değil dünyanın dört bir yanından akan yardımlara rağmen Gazze halkının yaşadığı açlık önlemedi. Bugün Gazze’nin yeniden inşası için gereken paranın çeyreğini bile halktan toplayabilmek mümkün değil.
Basın açıklamaları, yürüyüşler, mitingler bir konunun toplumun ve idarecilerin gündemine getirilmesi, gündemde tutulması ve devlet erkini elinde tutanlara istenen adımları attırmaya dönük olarak yapılır. Yani aslında amaç bir ‘iş’ yaptırılmasıdır. 7 Ekim sürecindeki eylemlerin ise onda dokuzunun İsrail’e “Katliama son ver!” demekten başka bir mesajı yoktu. O sırada katliama son vermesini istediğimiz İsrail’in yakıtı da dahil birçok ürünün ise Türkiye’den gidiyor olması ise o sloganları da anlamsızlaştırdı. Gerçi biz bütün ilişkiler devam ederken iktidar milletvekillerinin Meclis’te gerekeni yapmayıp, İsrail Elçiliği önünde protestocularla birlikte slogan attığını da gördük! Muhalif dernek başkanlarının o milletvekillerine tepki gösterenleri engellediğini de!
Unutmayalım ki geçtiğimiz yıl ticarete sınırlama getirildiğinin ilan edilmesi medyada İsrail’le ticaret konusunda yapılan eylemlerin yer bulmaya başlaması ve tepkilerin artması, belediye seçimlerinde alınan ağır yenilginin nedenlerinden birinin de İsrail’le ilişkiler olduğunun fark edilmesiyle olmuştur. Aslında iktidar, taban kaybını önlemek için buna mecbur kaldı. Bu konuda yapılan eylemlere katılım daha yüksek olsaydı ve konuyu gündemin ilk sırasına oturtmayı başarabilseydik öyle düşünüyorum ki ticarete gerçek bir kısıtlama getirmemiz hatta mesela Kürecik’in kullanımını geçici olarak bile olsa durdurmamız mümkün olabilirdi.
Gazze, BOP’un önünde bir kale idi. Her ne kadar Gazzeli direniş örgütleri diz çökmemişse de gelinen noktada Gazze kalesi ne yazık ki aşılmış ve Siyonist rejim Suriye’ye kadar uzanmıştır. Gazze’ye yeteri kadar destek verilebilse İsrail daha erken çekilmek zorunda kalabilirdi.
Bugün Filistin direnişine gerekli siyasi yardımı yapabilecek organizasyonlara sahip değiliz ama bu siyasi kavrayıştan, “direniş” ve “hareket” bilincinden de uzağız. Bunu anlamamız ve kabul etmemiz gerekiyor. Türkiye’de İslami hareket bugün sayısız yardımlaşma derneği ile neredeyse ve bir bakıma bir insani yardım hareketi görünümüne yaklaşmış durumda ki bu durum ayrıca ele alınmaya değer.
Duamız odur ki Gazze’deki gelişmelere eğildiğimiz kadar, bizim Türkiye müslümanları olarak Siyonizm’e karşı yürütülen İslamlık ve insanlık savaşının bir parçası olmayı ne kadar başarabildiğimiz konusu üzerinde de durur ve özeleştirimizi komplekse kapılmadan yaparız çünkü ateşkes sağlansa de ne Filistin’de işgal bitmiş, ne Siyonizm hedeflerinden vaz geçmiştir!