Söyleşiler

Aliya: Teori ile Pratiğin Birlikteliği

Yayınlanma:

-

Aliya İzzetbegoviç üzerine yazdığı yüksek lisans tezi sebebiyle Oğuz Bingöl ile konuştuk.

Aliya İzzetbegoviç, ne türlü eksiklik ve kusurumuzdan bizi yakalıyor ki gönül ve idrâkimizin vazgeçilmez müstesnâ kişilerinden biri olabiliyor?

Aliya öncelikle “Güzel olan her şeyin adıdır İslam!” diyerek teslimiyetini ifade ediyor. Zor şartlara rağmen samimiyetinden ve dürüstlüğünden ödün vermiyor. İslam onun için bir ideoloji veya atalar dini değil bizzat hayatın kendisidir. Müslümanların tarihi, yönetici konumunda olanların kendi emelleri için dini koçbaşı olarak kullandıklarına dair sayısız örnek içeriyor. Aliya açısından İslam bir nesne değil öznedir. Gençlik dönemi, ordu komutanlığı ve devlet başkanlığı derken yaşamına baktığımızda düşünce ile eylem arasında bir bütünlük görürüz. Zor bir coğrafyada, acımasız bir savaşta inandığı ve dile getirdiği düşüncelerinden taviz vermemiştir. İşte samimiyeti ve dürüstlüğü onu müstesnâ kişilerden biri kılıyor.

Türkiye’de Aliya İzzetbegoviç’in iktidar ve çevresi tarafından ikonlaştırılmasını nasıl açıklayabiliriz?

Evet, böyle bir gerçeklik var ama bu ikonlaştırma sadece iktidar ve çevrelerinde değil her kesimde mevcut. Çünkü Türkiye’de popülizm, pragmatizm gereği bu kolay yola hep başvurulur. Muhafazakâr çevrelerin belli kişileri ikonlaştırmasını Kemalizmin dayatmalarına bağlıyorum.

Tezinizde milliyetçilikle ilgili kuram ve fikirlere ek olarak İbn Haldun’un “asabiye” kavramından söz ediyorsunuz. “Asabiye” milliyetçilik tartışmalarında ne yana düşüyor?

Ortaya atılan milliyetçilik kuramlarını tatmin edici bulmuyorum. Milliyetçiliğin ortaya çıkmasına dair savlarda haklılık payı olsa da mesele bütüncül değil parçacı ele alınıyor. Aradığım bütüncül bakışı İbn-i Haldun’un “asabiye” kavramında görüyorum. Düşünüre göre halkı bir araya getiren şey asabiyettir. Aralarında kan bağı olanların bir hedef üzerinde birleşmeleri daha kolay ve fıtrîdir. Bu temel üzere inşa edilen bina farklı asabiyetleri de içine alarak bir teşekkül meydana getirir ve böylece tek bir milletin tahakkümü ortadan kalkar. 19. yüzyılın sonlarında başlayan ve günümüze dek uzanan ötekileştirici milliyetçilik anlayışının sebep olduğu zararlar göz önünde tutulduğunda düşünürün ne demek istediği daha iyi anlaşılmaktadır. Tüm farklı kesimler için ortak bir değerin olması gerekir ki bu, İbn-i Haldun’un döneminde “din” idi. Günümüzde Avrupa Birliği ortak değer üzere bir araya gelme konusunda örnek olarak verilebilir. Geçmişte birbirlerini katletmiş milletler bir hedef doğrultusunda birleşmeyi başarmışlardır.

Savaştan yeni çıkmış bir ülkenin iktidarını elinde bulunduran Aliya İzzetbegoviç’in muhalefete bakışı nasıldır?

Aliya İzzetbegoviç muhalefete rakip gözüyle bakmazdı. Muhalefet onun için olmazsa olmazdı. Çünkü muhalefet iktidarı frenleyen, kontrol eden ve otoriterleşmenin önüne geçen bir settir. O, iktidardakilerin ancak karşılarında muhalefet olursa kendilerine çekidüzen verebileceklerini düşünür. Şu bir gerçek ki kanunlarla ve muhalefetle kontrol edilemeyen her iktidar kaçınılmaz olarak otoriterliğe kayar. Bu sebeple Aliya, hiçbir muhalif yapıya baskı uygulamamıştır. Sanılmasın ki onun döneminde muhalif yapıların hepsi yapıcı rol üstlenmiştir aksine bir kısmı askerî bilgileri karşı tarafa verecek kadar ileri gitmiş ve ailesine iftiralar atmıştır. Bunlara rağmen Aliya, muhalefete bir yasak getirmemiş ve onların devlet imkanlarından eşit şekilde faydalanmalarını sağlamıştır.

Tezinizde “Adil Savaş Hukuku”ndan söz ediyorsunuz. Hayatın olağan akışında bile adil hukuk işletilemezken Aliya İzzetbegoviç’in düşünce ve pratiğinde bu, nasıl cereyan etmiştir?

Günümüzde en iyi demokrasiye sahip ülkeler, bir savaş veya saldırı söz konusu olduğunda bırakın adil savaş kurallarına uymayı en orantısız şekilde karşılık veriyorlar. Başta belirttiğimiz gibi Aliya’nın hareket noktası İslam’dır ve İslam savaşta esirlere, yaşlılara, kadınlara, çocuklara ve esirlere davranmanın ölçülerini belirlemiştir. Ölçülere uyunca o kadar kirli bir savaştan ancak temiz çıkmak mümkün olabiliyor. Aliya “Biz Avrupa’ya giderken başımız öne eğik gitmiyoruz çünkü biz kadın, çocuk öldürmedik, ibadet yerlerini yıkmadık.” diyebiliyor.

Aliya İzzetbogoviç, Bosna’nın İslamî bir yönetime hazır olmadığına dair mâkul sebepler sunsa da onun demokrasiye bakışı sizce eleştiriyi hak etmiyor mu?

Bosna-Hersek farklı dinler, milletler ve kültürlerden oluşuyor. Böyle bir çoğullukta İslamî bir söylemden ziyade demokrasi vurgusu makûl duruyor. Aliya İzzetbegoviç’in Bosna-Hersek’te bir İslam devleti kurma amacında olduğuna dair Sırp, Hırvat ve muhalif liderler tarafından aleyhinde çok propaganda yürütüldü. Burada asıl mesele söylem değil uygulamalardır. Bugün yönetim şekli şeriat olup da batı demokrasilerinin çok gerisinde olan Müslüman ülkelerini görüyoruz. Aliya’nın pratiklerine baktığımızda İslam’ı görüyoruz. İslami söylemleri ileri sürüp adaletsiz davranmaktansa demokrasiyi dile getirip adil davranmak daha makûl ve İslamîdir. Onun demokrasiye bakışı ezbere veya taklidi değil. Adalet, hukuk, ahlâk ve özgürlük ilkeleri evrensel olduğundan bunlara göre davranmayı demokrasi olarak görüyorum.

Aliya İzzetbegoviç “Süregiden otoriter sistemlerde şartların değişmesi ve onlara direniş ihtimallerinin en aza indiği yerlerde uysallık ortaya çıkar ve zamanla bu türlü bir varlık hâli kabul görür.” diyor. Kendisi komünist rejimin baskılarına maruz kaldı ve asimetrik güç dengesinin olduğu bir savaşın en çetin zamanlarını yaşadı ancak uysallaşıp direnmekten vazgeçmedi. Aliya’nın doğrulukta sebat etmesi hakkında neler söylemek istersiniz?

Aliya İzzetbegoviç; krallık, komünizm ve ulus devlet sürecinin adaletsizliklerine şahit oldu. Mücadelesinin temelindeki İslamî bilinç baskılar karşısında onu diri tuttu. Ona göre vazgeçip uysallaşmak sürüleşmektir.

Aliya İzzetbegoviç; Mevdudi, Seyyid Kutup veya Ali Şeriati gibi müslümanların çoğunlukta olduğu bir yerde yaşamadı. Bu durum onun düşünsel dünyasını nasıl etkilemiştir?

Aliya’nın yaşadığı coğrafya beş yüze yıla yakın Osmanlı’ya bağlı kaldı. Burada İslam’ın izleri yoğun olarak hâlâ görülse de müslümanlar çoğunluğu oluşturmuyor. Aliya’nın farklı yönetim modellerine şahit olması onun İslamî bilincini besledi. Şöyle bir örnek verirsem sanırım abartmış olmam: “Hz. İbrahim, bir Tanrı arayışı içerisindeyken güneş, yıldız derken hakikate ulaşıyor. Aliya da farklı siyasal sistemleri görüp bunların insanlığı kurtaramayacağına şahit oluyor. Bu durum onu İslam’a daha da bağlıyor ve yakaladığı İslam’ı bırakmamacasına iliklerinde hissediyor.”

Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgelerde yaşayan düşünürlere nazaran batılı eserlere ulaşma imkânı kolay oluyor. 19 yaşına kadar batının düşünsel kaynaklarını okuyor. Bu durum yukarıda anılan düşünürler için pek mümkün olmuyor. Müslüman coğrafyada yaşamanın avantajlarının yanında birtakım handikaplar da mevcut. Geleneksel veya mezhep odaklı eğitimin kalıplarını aşmak zaman alıyor. Aliya’nın İslam dünyasına Avrupalı biri olarak bakması ve bir müslüman olarak da Avrupa’yı değerlendirebilmesi takdire şayan.

Oğuz Bingöl Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden 2003 yılında mezun oldu. Dönüşümlü olarak yıllarca ticaretle uğraştı ve öğretmenlik yaptı. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Tarih ve Medeniyet  Araştırmaları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Programını “Milliyetçilik ve Adil Savaş Perspektifinden Aliya İzzetbegoviç’in Evrensel Ahlâka Dayalı Siyaset Anlayışı” başlıklı tez konusuyla 2021’de bitirdi (Tez pek yakında erişime açılacak.).

Söyleşi: Halil Toprak

1 Yorum

GÜNDEM

Exit mobile version