[Daima] hatırlayın, Allah’ın size bahşettiği nimetleri ve “Duyduk ve itaat ettik!” dediğinizde Allah’a karşı altına girdiğiniz kesin taahhüdü. O halde, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun: şüphe yok ki Allah, [insanların] kalpler[in]de olanı kesinlikle bilir. [Mâide, 7]
İman edince bir taahhüdün altına girilir, elbette zorlama olmaksızın. Allah’ın, Kitabında yer verdiği tekliflerin kabulü ile gerçekleşen bir bağlılık, sözleşme, teslimiyet; varlığın bütün unsurlarıyla gerçekleşen bir iman, bunların ya da buna yakın bütün hâllerin toplamı…
İnsanın gündelik pratiklerinden varlığını bir mana çevresinde örgütlediği imanî tercihlerine kadar hayatının temel değerlerinden biri olarak çıkar karşımıza taahhüdüne sadık kalma.
İlahi çağrıyı duyan insan özgür iradesiyle bir karar vermiştir ve o karar artık iman-amel(eylem) bütünlüğü muvacehesinde ete kemiğe bürünecek ve yol almaya başlayacaktır. Şahitlik dediğimiz süreçtir bu.
Ticarî, ailevî birçok alanda taahhütlerimiz vardır. Yerine getirmezsek hayatımız derinden etkilenir. Ticaretimiz bozulabilir, yuvamız dağılır, düzenimiz altüst olabilir.
Rabbimize verdiğimiz sözün, O’na karşı altına girdiğimiz taahhüdün gereklerini yerine getirmemek, verilmiş olan o sözden dönmek, taahhütten tek taraflı olarak çekilmek ise bambaşka bir hâle tekabül eder.
En azından o kadar kolay mıdır? Ailevî bir taahhüdün yerine getirilmemesi durumunda neler yaşanabildiğini özellikle gümümüzdeki örneklerinden yakinen bilip görüyoruz. Ticarî taahhütlerin iptali maalesef ekonomik darboğazlara, oradan iflas ve intiharlara kadar götürebiliyor insanları ve geri dönülemez acı sonuçları muhataplarına tattırabiliyor.
İslami mücadele içinde yer alan kişi ya da çevrelerin Allah’a karşı altına girdikleri kesin taahhüdün “kesinlik” sıfatına bakmaksızın uzağına düşmeleri nasıl bir şeydir? Bunun ne demeye geldiği hakkında öyle sanıyorum ki uzun uzun düşünmüşsünüzdür. İrtibatlı olduğunuz kişi ya da çevrelerden tutun da gözlemlediğiniz başkalarına kadar süreçleri muhtemelen kendinizce etraflıca analiz etmişsinizdir.
Dünyadaki taahhütlerden belki çok daha rahat bir şekilde sıyrılanılabilen bir taahhüt gibi görünüyor Allah’a karşı altına girilen taahhütten çıkabilmek ilk elde ancak özellikle dehşetli bir hesaplaşma bunun için zorunlu görünüyor. Bu hesaplaşma çetin geçse de kolay bir muhataplık ilişkisi var sonuçta: Allah somut ve görünür bir şekilde karşınızda yok ve taahhütten çekilince dünyevî mevzularda olduğu gibi yakın bir yaptırım tehdidi de söz konusu değil!
O halde bu taahhüdün tek dayanağı sağlam bir imandır. İmanın da elbette “neye iman edileceği” aşaması oldukça mühimdir. “Mücadeleye iman” imanın esaslarından mıdır? Elbette! Hem sadece bu ayet, hem Kur’an’ın bütünü bunu anlatmaktadır. Zulme, şirke, küfre, örgütlü bütün kötülüklere karşı ateş hattında, teyakkuzda olmak! Yolun, yöntemin vahyin işaret ettiği doğrultuda seyretmesi şartıyla tabi ki…
Yenilmiş olunabilir, geri çekilmiş olunabilir, moral bozukluğu bilinçleri kötürümleştirmiş olabilir; evet, bunların hepsi mümkündür ancak taahhüt orada durmaktadır. “Sözleşmeye sadakat” niteliğimiz, haysiyetimiz ise eğer düştüğümüz yerden kalkmak, cesareti örgütlemek, kavrayışı bilemek durumundayız ve bütün bunlar imanın esaslarındandır.
Ayette vurgulanan taahhüt üzerine ayrıntılı bir şekilde düşünülmelidir. Taahhüdün muhatabı Allah ise eğer, Allah’ın Kitabı hakemliğini sürdürmeli, yeni ayağa kalkışların, mücadeleyi bilemenin mihengi de o Kitap olmalıdır.
Başka yollar, ne kadar üzerlerinde yürünülürse yürünülsün taahhüdün yükümlülüklerini karşılamaz. Bu hakikatin altını çiziyoruz.
Tevhidin hakikati, o hakikatin işaret ettiği güzergâh apaçık bellidir. Birtakım çaresizlik ve yılgınlıklar, varlığımızı sarıp kuşatmış ve bilincimizi esir etmiş öfkemize rağmen vahiy üzere sebat etmek, Resullerin örnekliğini Kur’an’da tekrar tekrar eşeleyerek ortaya çıkarmak, o örneklikleri bugüne taşıyarak yol almak durumundayız.
Aksi taktirde taahhüt öylece orada, tek başına, sahipsiz ve terk edilmiş olarak kalacaktır ve aslında şu meşhur ayeti bu bağlamda algılamak icap eder:
Ey Rabbim, kavmimden [bazıları] bu Kur’an’ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördü! [Furkan, 30]
Yapılması gerekeni, güzel örnekliği ise Rabbimiz şöyle ifade eder:
Müminler arasında öylesi var ki Allah’ın huzurunda verdiği sözü [her zaman] yerine getirir; kimi [ölüme gitmek suretiyle] ahitlerini yerine getirmiştir, kimi de [kararlarından] vazgeçmeden [ahitlerini yerine getirmeyi] beklemektedir. [Ahzab, 23]