Köşe Yazıları

Kurucu Büyük Kopuş

Yayınlanma:

-

‘Hicret’le sistemin dışına çıkmak/çıkabilmek arasında yakın bir ilişki vardır.

Musa Peygamberin, Rabbimizin emri doğrultusunda ‘güzel’ sözlerle Firavun’u İslam’a daveti neticesinde Mısır’da yukarıdan aşağıya siyasal bir dönüşüm yaşanabilirdi.

Firavun, mevcut pozisyonunun kendisine ve sınıfına sağladığı avantaj ve imkânları kaybetmekten korkan bir nasipsizlikle hem kendini, hem de halkını ateşe sürüklemekte karar kıldı.

Musa ve arkadaşlarının kendilerine, rejim tarafından köleleştirilen İsrailoğullarına dönük baskılara karşı Mısır’da kıyasıya bir mücadele verdiğini Kur’an’dan öğreniyoruz.

Rabbimizin emriyle Mısır’da örgütlenmişlerdir:

Biz de Musa ile kardeşine: “Şehirde halkınız için bazı evleri sığınak edinin” diye vahyettik, “ve [onlara deyin ki] Evlerinizi ibadet yerine dönüştürün; ve salâtta devamlı ve kararlı olun!’ Ve [sen ey Musa!] inananları [Allah’ın yardımıyla] müjdele!” (Yunus, 87)

Allah’ın buyrukları doğrultusunda sistemden, en azından lokal alanlarda kopmaya çalışmışlardır. ‘Salât’ı buralarda ikâme etmişler, sistemin bir bütün hâlinde hayata tasallut eden ağırlığına karşı içerde kalarak bir ‘hicret’ gerçekleştirmişlerdir.

Mü’min-muvahhid-müslim olunduğunda sistemden, gayr-i İslami düzenlerden doğrudan ve zorunlu olarak kopulur. Bu, sarsıcı bir kopuş/devrim olarak başlı başına büyük bir hâdisedir. ‘Hicret’, sistem ilişkilerinin dışına çıkıp bağımsızlaşabilmektir. ‘Hicret’in kalıplaşmış hâlini tekrar ededuran anlayışların artık bu çerçeveye odaklanmaları gerekiyor.

İçerde, yani Mısır’da örgütlenilerek oluşturulan mücadeleci yapı Firavun karşısında; benzer şekilde Mekke’de Dâr’un-Nedve’ye karşı yine bir sistem-dışı kurumlaşma olarak Dâr’ul-Erkâm aracılığıyla Müslümanlar Ebû Cehil ve yancıları karşısında red ve inşâ faaliyetine girişmişlerdir.

Bu kopuş, ‘hicret’in ilk hâlidir ve son derece etkili, devrimci bir hamledir; egemenlerin kurulu düzenlerine dönük çok boyutlu tehditler içerir.

Süleyman Peygamber aracılığıyla İslam’la tanışan Saba Melikesi Belkıs’ın ve yönetici zümrenin müslüman olmasıyla yukarıdan aşağıya doğru bir dönüşümün imkânlarını, tartışma repertuarımıza ekleyen modelin tekrarlanamaması ya da mustazafların Kur’an’da beyan edilen ‘öncüler kılınarak devrimin özneleri olmaları’ yoluyla (Kasas Sûresi, 5) zalim düzenlerin alt edilememesi durumunda kitlesel yer değiştirmelerle gerçekleşecek ikinci bir ‘hicret’ kaçınılmaz hâle gelebilecektir.

Musa Peygamber’le birlikte Mısır’ı terk eden kitleler, Mekke’den Medine’ye çıkılan kurucu yolculuk bunun açık örnekleridir.

İlk Hristiyanların Anadolu’nun ortasında, zalim Roma rejiminden korunmak için yer altı şehirlerinde kurdukları alternatif yaşamlar, doğrusu pek çarpıcıdır.

Sistemden kopuş, Mısır’da lokal alanlar/evler edinerek, Mekke’de Dâr’ul-Erkâm çevresinde örgütlenerek, Anadolu’da doğrudan yerin altında başka bir yaşam modeli örneklendirilerek gerçekleşmiştir. Eğer kuvvetli bir sıçrama yapılabilseydi zalim rejimler altüst edilebilirdi.

“Bu olmayınca ikinci aşama kaçınılmaz hâle gelir.” demiştik ama unutulmaması ve tekrar tekrar vurgulanması gereken şey, her iki kopuş/hicret hâlinde de ‘kurucu’ irade harekete içkin olmalıdır.

Mevcut dünya düzeninde, tahakkümün ve direnişin bütün bir yeryüzüne yayıldığı bir vasatta ‘hicret’in birinci aşamasına dâir niyet ve kararlılıkta büyük belirsizlikler ve şüpheler görülmekte, teorik kifayetsizliklerle irâdî malûliyetler öne çıkmaktadır. Bugünün küresel Firavun rejimi bu zaaflardan beslenmekte, yine bu zaaflar sebebiyle güçlü tehditlerden uzak bir eminlikte varlığını sürdürmektedir.

Sistemi besleyen dâhilî münasebetlerden kopamayan muhalif hareketlilikler ‘hicret’in birinci aşamasını zaten kuramadıkları, bu hususta bir iradeye tutunamadıkları için ister istemez ikincisinden bahsedemeyecekler, ancak tarihi bir zaman dilimindeki dondurulmuş imajları hasretle yâd edeceklerdir. Bu sûretle ‘hicret’ sistemden kopuşun yolu ve yöntemi olarak kurucu paradigma dolayımında model olma mâhiyetiyle tartışılamayacaktır.

Birinci aşamaya takılıp kalınan bir talihsizlikten de burada bahsetmeliyiz elbette: Yer altına kurulan şehirleri ya da Mısır’daki lokal ‘salât’ alanlarını kalıcı yurt sanmak; Dâr’ul-Erkâm’la Dâr’un-Nedve arasındaki ayrımı zamanla belirsizleştirerek aralarında transferi mümkün kılacak farklı yollar yapmak tehlikesi her dâim vardır. Onu da “manevi/içsel körleşme, kötürümleşme” diye adlandıralım bu durumda! Maalesef, bu kaybediş de az acıtıcı değildir, dağılma ve dağıtma potansiyeli yüksek bir yıkım ve hayal kırıklığıdır. Enerji soğuran boş gösterendir.

Hâl-i hazırda modern-kapitalist ilişkiler yumağından sıyrılmanın usullerine dâir minör-majör siyasetler karşıtlığında farklı modeller öneriliyor. ‘Büyük anlatılar’ denen imanî-ideolojik çerçevelerin gözden düştüğü ya da düşürülmeye çalışıldığı söylenebilir ancak Kur’an vahyinin en küçük insan davranışından en büyük küresel egemen/lik/e karşı tavra uzanan fiili yükümlülüğü sunan yelpazesi muhteşemdir; bütün tartışmaların ötesinde, başka bir yerde durmaktadır. Kötülüğe, çaresizliğe, zulümlere en küçük alandan ve ‘ân’dan başlayarak karşı koyuş emredilirken, az evvel dillendirdiğimiz evrensel pozisyon da Zülkarneyn’in, Muhammed’in, Musa’nın adımlarının izi sürülerek çok rahat bir şekilde görülebilir.

Dâr’ul-Erkâm ve Mısır’daki lokal alanlar (salât’ın ikâme edildiği, yani sadece Allah’a yönelen bir kulluk sisteminin inşa edildiği mescidler, kurtarılmış bölgeler)/evler zalim şirk düzenlerinden kopma iradesinin tam bağımsız örnekleri olarak bugüne taşınmalıdır. Bu taşınma, ‘hicret’in ilk aşaması olarak devrimci kopuş ve ahiretteki mutlak hesaplaşmayı zalimlere sürekli hatırlatan söylem üstünlüğü ile kendine alan açacak, Şûrâ Sûresindeki örgütlenme/dayanışma modeliyle bağlılarını diri ve kaynaşmış tutarak itiraz ettiği düzene karşı başka bir dünyayı somut bir örnek olarak ezilenlere ve egemenlere gösterecektir, göstermelidir.

Burada üzerinde en çok durulması gereken şey elbette evvel emirde düzenden bağımsızlaşan siyasal, ekonomik ve toplumsal her türlü ilişkidir, bu ilişkinin niteliğidir ancak bu süreç yukarıda bahsettiğimiz gibi amaç sanılıp kötürümleştirilmemelidir. Aksi hâlde nihâî ‘hicret/kurucu büyük kopuş’ gerçekleşemeyecektir.

Tıklayın, yorumlayın

GÜNDEM

Exit mobile version