“Alelâde kelimeler ancak hâlihazırda bildiğimiz şeyi aktarır, yeni bir şeyi en iyi bir mecazdan yakalarız.” (Aristoteles)
“Her imgede bir görme biçimi yatar. Bir imgeyi değerlendirişimiz ve algılayışımız da aynı zamanda görme biçimimize bağlıdır.” (John Berger)
Modern zamanlar insanı tekdüzeliğe, olaylara at gözlüğüyle bakmaya zorluyor. Sözlerin/eylemlerin arka planı düşün(dür)ülmüyor. Dıştan denetimli bir emir-komuta zinciri kurulmuş; gayet güzel işliyor!
Geçim derdine düşmüş insan ölesiye çalışır. Tâ ki karnını doyurana, birincil ihtiyaçlarını giderene kadar. Dolayısıyla gözünü kapatmış, iştahla yemek yiyen birine yanaşıp bir şey anlatamazsınız. Karnını doyurmasını bekleyeceksiniz ki ruhunu güzelleştirebilesiniz. Ama o da olmaz, çünkü yemekten sonra iş vardır. İşten sonra tekrar yemek ve ondan sonra önü arkası belli olmayan güdümlü bir eğlence -TV- bekler insanları.
Peki, sadece maddî durumu iyi olanlar mı düşünür mecazî anlamı -arka planı-, sadece karnı doyanların mı ruhu güzelleşir? Elbette hayır. Yemek için yaşamayıp yaşamak için yiyenlerden, gündelik işlerini halledebilecek kadar yiyen ve zamanının çoğunu aktif bir zihin ve açık bir kalp gözü ile hakikati aramakla geçiren ariflerden bahsediyorum.
Sadece, işte bu arifânın anlayabildiği; çok konuşan, çok yiyen, çok uyuyan ve çok gülenlerin künhüne varamadıkları, dillere dolana dolana yanlışlığı katmerleşen veya sadece gerçek -tek- manada kullanılan birkaç sözden bahsetmek istiyorum.
“Mezar taşı okuma”k hafızayı zayıflatır: Elbette yoldan geçerken kenardaki mezar taşlarının üzerindeki yazıyı okumak kastedilmiyor. Hep mezarlara -maziye- takılarak bugünü yaşamama ve geleceği kurmamanın kayıtsızlığınadır vurgu. Geçmişte olanlara saplanıp “Bizim atalarımız şöyleydi, ecdat yapmış gerçekten.” gibi sözlerle kolaycılığa kaçarak üretmeyen, sünepeleşen beyinlerden bahsediliyor. Unutmamalıdır ki hafızın “ha”sı giderse geriye “fıs” kalır.
Üç kişilik bir mecliste iki kişinin aralarında fısıltı ile konuşması uygun değildir: Bu, gerçek manada çok güzel bir tedbirdir. Fakat yüksek sesle de olsa üçüncü şahsın anlayamayacağı bir mevzudan bahsetmek, üçüncü şahsı yok saymak olacağından; bu da iyi değildir. Başka bir lisanla konuşmak da buna dâhildir.
Fazlalıkları atma konusunda uzun lafın kısası;
“Düştüğüm zaman sıfır bedene
Dünya bol gelmişti de
Rabbim demiştim, işte
Kalmadı yanacak bir şeyim
Geliyorum, cennete!”
(İbrahim Tenekeci)
Bir yazara: “Yaşayan şairlerden en çok hangilerini okuyorsunuz?” diye sorduklarında şöyle cevap vermiş: “Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Yahya Kemal’i, Goethe’yi, Shakspeare’i…”
“İnsanlara oldukları gibi muamele edersek, onları daha kötü kılarız: Eğer onları olması gerektiği gibi ele alırsak, olabilecekleri kadar iyi yaparız.” (Goethe) Bu tespit, sözleri olduğu gibi değil de, en güzel şekliyle ele almamız konusuna da işaret ediyor.