Yazılar

Mahir Köstebek – Mustafa Zahid Ergün

Yayınlanma:

-

Milenko Yergoviç’in Saraybosna Marlborosu’ndaki Uyanış öyküsünde geçen Neretva için çevirmenin notu olarak şu cümle var: “Bosna Hersek ve Hırvatistan sınırları içerisinde kalan bir nehir.”

Bu cümle bir akarsuyu anlattığım bir yazı (Yeni Başlayanlar İçin Zap Vadisi) için elbette güzel bir alıntı adayı. Ama konudan epey saparak belirtmek istediğim bir mesele daha var. Zap’ın yatağının genişlediği, ancak bu sebeple biraz sakinleyebildiği geniş virajlardan birine gelmiş varsayarak cesaret buldum. Yoksa fırsat bırakmıyor.

Yazan kişinin o yönünü kesinlikle düşünmediğini düşündüğüm güzel kırpmalara vesile cümleler beni benden alıyor. Elimde avucumda ne varsa bırakıp bağlamdan kopup kesintinin beni götürdüğü yere salınıyorum. Mesela şu an gecenin 4’ü ve ben kitabı bir kenara koymuş, yeni başlayan öykünün yeni yeni kendini gösteren bütün unsurlarıyla birlikte konusunu da unutmuş vaziyette işte bunları yazıyorum, ara sıra yanımdaki kâseden aşırdığım çavuş üzümlerinin damağımı tatlandırması da cabası. Size üzüm veremem, ama bunları vermesem de alınız, alınınız.

Birçok kitap isminin de böyle oyunlarla konduğunu tahmin ediyorum. Hatta çokça dizenin, cümlenin düzenini bozan -işin gerçeği sadece cins kafalara kendini gösteren- bu bloklardan aparıldığını ispat edememekle birlikte, bana hadsiz diyebilecek kalem erbabının eleştirisine aldırmadan söyleyebilirim.

Önü arkası türlü türlü doldurulabilecek “Gidiyorum bu” gibi başlıkların başka bir açıklaması olamaz bana göre. Yazarlığı boş beleş dururken gelen ilhamla kotarılan bir şey sananlar bu tür ara işlemelerin çoğunun, yirmi dört saat kafayı meşgul eden metne daha sonradan yerleştirildiğinden haberi olmaz. Nereden mi biliyorum, çünkü bu ve tam da bu konudan bahsettiğim bir önceki cümle tam da bu şekilde bu metne dâhil oldu. Şu an okuduğunuz cümle de, bir önceki cümlenin de ondan bir önceki cümleden beş dakika kadar sonra gelen bir hatırlamayla kurulmasının hikâyesini küçük bir anı olarak kaydetmek için kuruldu.

Bazen bir yazıda öyle orijinal örneklerin sıralandığını görüyoruz ki, yazan nasıl da sıralamış bu kadar güzel ve ustaca ve bilgece diyoruz. Hâlbuki öyle değil, metin yazılmış, demlenmesi için bir kenara kaldırılmış ama kafada dönüp duruyor ve akla geldikçe kalemle kâğıda, parmak uçlarıyla telefona, bazı tekniklerle hafızanın sağlam duvarlarına kazınıyor, sonradan müsait bir vakitte ait olduğu yerlere form ve içerik değiştirerek nakşediliyor.

Örneğin şimdi okuyacağınız cümleler de yazıyı göndermeden önce gözden geçirmek için yeniden ele aldığımda, elime avucuma sığmadı ve her zaman olduğu gibi bir şeyler isteyen metne dâhil oldular. O da şu: Üstteki paragrafta bir kitap ismi vererek kurtardığımı sanmayın. İlerleyen dönemlerde bu mevzu kafamın bir köşesinde hep duracağından rast geldiğim diğer örnekleri de ekleyeceğim yazıya. Özellikle böyle çeşitlemeli konulara değindiğim hemen diğer tüm yazılarda yaptığım gibi. Bilgisayarda yazmanın kolaylıklarından biri de bu, hatta internette yayımlanan yazıyı günden güne yenileyebiliriz de. Siz bu kısa ve öz hâlini okuduğunuza göre belki de şanslısınızdır. İlerleyen süreçte kabara köpüre çoğaldığında can sıkıcı olabilir çünkü.

Al işte bak, henüz burada dosyayı kapatmış, Twitter’da dolaşırken bu tezimi destekleyen, sırtımı yaslayacağım sağlam bir payandaya rastlıyorum: “Hakem kayıp zamanı işaret ediyor, cümlesi müthiş dokunaklı yahu.” Ne olmuş burada? Yayınlar sayesinde milyonlarca kişinin aynı anda duyduğu bu cümleyi, bir kişi başka bir bağlamda düşünüp orada kendince kazı yapmış. “Kayıp zaman” tamlamasını futboldan alıp hayata uyarlamış. Oradan belki Proust’a da atıf gidebilir vs. Her şey olabilir, o sıralar kafanız neyle meşgulse o. Zaten sürekli böyle yaptığımız için günlük konuşmalarda “itici” oluyoruz ya. Muhatabımız bir kelime kullanıyor, o iştahlı iştahlı konuşurken biz çok da ayıp olmasın diye göz temasımızı koruyarak zihnen konudan kopup o kelimenin sapabileceği tüm çatallara birer ok atıp olan bitene aldırmadan hepsinin peşinden ayrı ayrı gidebilmenin derdine düşüyoruz. Okuduğum tüm kitaplarda bu tür yerler hep işaretlidir. Daha sonra bakan kişiler “şaşırmış bu” diye şaşırabilir.

Bu arada öykü, kitaptaki diğerleri gibi ciğerdelen bir şekilde Neretva gibi, Zap gibi akıyor. Ama ne kadar güzel olsa da haddine mi öykünün devam etmek! Bilinçaltı denen mahir köstebek kazıya başlamışken hangi çılgın zincir vurabilir ki? Arka sayfada yine başka bir hatırlatma olarak “… sınırları içerisinde kalan bir şehir” notunu görünce, tüm bunları niçin anlatmaya başladığımı unuttuğumu fark ettim. Neretva’nın iki ülkenin sınırları içerisinde kalma durumundan hareketle Zap’ın yatağını, sınırlarını zorlayan hoyratlığına vurgu yapacaktım. Aha da yaptım.

Tıklayın, yorumlayın

GÜNDEM

Exit mobile version