İki çeşit kurbağa deneyi var bildiğim. Biri; içinde bulunduğu su birden ısıtılınca kaçtığı hâlde, yavaş yavaş ısıtılınca kaçmayıp kaynar suda önce rehavete düşüp sonra haşlanan kurbağayı anlatır.
Diğeri; süt kovasının içine bırakılan iki ayrı kurbağayı merkeze alır. Bunda da kurbağalardan biri “zaten kurtuluş yok” diye teslim olup kendini ölümün serin/derin dehlizlerine bırakıyor. Öbürü çıkabilmek için sürekli çırpınıyor. Çırpınıyor, çırpınıyor… Bir süre sonra bir bakıyor ki ayaklarının hızlı hareketi sonucu süt sathında kaymak birikmeye başlamış.
Bu kaymak tabakası, itici bir teşvik olarak kurbağaya can ve nefes takviyesi yapıyor. Bilirsiniz, tüm işler inanmakta biter, yani başlar.
Hikâyenin sonunda kurbağa, üstüne basıp sıçrayacak kadar kalınlaşan kaymağa basarak kovadan çıkmayı başarır, esaret biter.
Kurbağa, kalınlaşan kaymağı özgürlüğü için bir araç olarak kullandı. Durup onu yemeyi hiç düşünmedi. Eğer bir başlasaydı yemeye, tadına doyamayacak ve tabakanın incelen yerinden yeniden sütün içine düşecekti. Bu şekilde her seferinde tav olsa, sütte artık kendini kurtaracak kıymette kaymak birikmeyecek ve diğer arkadaşıyla kendisinin ölümü arasında tek fark; sadece dakikalar olacaktı. Biri ataletten diğeri, tamahkârlıktan; ama mutlaka öleceklerdi.
Ve kurbağa öyle bir sıçrayış yaptı ki, oluşturduğu kaymağı dağıttığı gibi, kendini bu duruma düşürenlere kolayca, beleşten elde edilebilecek bir menfaat da bırakmadı geride.
Şimdi günümüzdeki kaymakçı tabaka, oluşturdukları kaymakları ne için kullanıyor, onlardan vazgeçebiliyorlar mı, yoksa onu, elde ettikleri hak olarak analarının ak sütü gibi helâl mi addediyorlar!
Elinde olmadan da olsa eline geçen fırsatlardan vazgeçip dağıtarak ortalığı, hürriyetine kavuşanlar, çıkarken kovadan, en son olarak belki, sütün dibini boylayan düşkün arkadaşlarına bir bakış atıverir o kadar. Bu gidiş fikrini biraz önce dibe çöken arkadaşının ölümünden ilham aldığı için, ondan af diler. Kendi kurtuluşunun, bir başkasının ölümünden neşet ettiği düşüncesi kemirir beynini yine de.
Son söz: İşbu sütün dibini mesken edinen kurbağanın, Feridüddin Attar’ ın Sîmurg hikâyesindeki dipsiz vadilere düşen nice kuşlardan ne farkı var, hiç.