Kur’an, muhatabına maruf olanı emredip iyinin yanında yer almayı önerirken kötünün karşısındadır ve uzlaşmazdır.
Sömürüye dayalı her şeyi reddeder.
Her şeyi ama her şeyi…
Hırsızlığı, şirki, nifakı, fitneyi, tefeciliği, zulmü, baskıyı, diktatoryayı, köleliği, krallığı ve saltanatı…
Çünkü muhaliftir.
Kurulu düzenlerle ilişkisi reddetme üzerinedir.
O itaatsizliği emreder.
Zira “tevhid”in gayesi iyiyi, adaleti ve özgürlüğü insanlar arasında yaygınlaştırmak, hâkim kılmaktır.
İslami muhalefet geleneği, imanı, tevhidi, adaleti, direnişi, salatı ve iyiliği emretme geleneğidir.
Nebi’nin ölümüne dek bu sistem işledi, onun ahirete göçmesiyle karşı devrim başladı.
Bu karşı devrim, her asırda farklı şekillere bürünüyor olsa da temel misyonu egemenlerin, otoritenin, saltanat sahiplerinin yanında yer almak, baskıcı rejimleri desteklemek, muhafazası için çaba sarf etmektir.
Bugünkü İslam toplumlarında egemenlere, yönetim sahiplerine yönelik muhabbetin temeli işte bu muhafazakâr ruhtur.
Ve tüm elçiler, davetçiler insanlık tarihi boyunca yaşadıkları toplumlarda en büyük baskıyı o toplumun züht elbisesine bürünmüş muhafazakâr ruhbanlarından, egemenlerin yanında saf tutan muharref din savunucularından gördü.
Genel olarak din adamları sınıfı asırlarca hak ihlallerine, zulme, adaletsizliğe ve işkence gören, yakılan, kılıçların altına incecik boyunlarını uzatan mazlumlara karşı her daim statükonun, otoritenin yanında durarak omuz verdi, meşrulaştırdı, en büyük destekçi oldu.
Tevhidî olma iddiasında olanlar, iddialarında samimi iseler bulundukları toplumlarda statükonun, kurulu düzenlerin değil, mazlumların sesi olmak, adaletsizlik ve sömürüleri protesto etmek; bunları reddetmek, kabullenmemek, eleştirmek, tümüne itiraz etmek zorundadırlar.
Sadece “hak, adalet ve özgürlük” arayışında olan topluluklar “tevhid” iddialarında samimi olabilirler.
Onlar sayıları az da olsa, güçsüz de olsalar, yaşadıkları toplumlarda bir avuç da kalsalar egemenlerin hegemonya, baskı, istila, sömürü, savaş, işgal ve katliamlarına, işkencelerine karşı “herkes için özgürlük ve adalet” isteyen bir ahlak ve adalet hareketi olarak kendilerini tanımlamak zorundalar.
Çünkü tevhidin yeryüzü misyonu zaten budur.
Genelde tevhid ehline tarih boyu en güçlü tepki o toplumun egemenlerinden gelir. Egemenler yönetir, nemalanır, buyurur, emreder, ödüllendirir ve cezalandırır.
Ve tevhid ehli onlar için bir tehdittir.
Bu nedenle tevhid ehli ile egemenler arasında sürekli mücadele vardır ve bu sünnetullahtır.
Tevhid ehli iddiasında olmanın en önemli delili zalimlerin yanında ve safında yer almamalarıdır.
Çünkü tevhid, şirk düzenlerini reddederek zalimlere itiraz etmekten, kötü olana razı olmamaktan başka bir şey değildir ki!
Tevhidî olmak gerek yerel gerekse küresel ölçekte yeryüzündeki her olumsuz gelişmeye karşı bir protesto, bir toplumsal eleştiri ve bir muhalefet geliştirmeyi zorunlu kılar.
Muhalif olanlar eğer geçekten iyiyi temsil ediyorlarsa korku ve hüzün yoktur onlar için.
O halde Tevhid bir başkaldırıdır…
Ve tüm Tevhid ehli muhaliftir.
Ve muhalefet zaten tevhidî bir eylemdir…