Yazılar

Ekosistemlerin Kârlılık Oranları ile İmtihanı – M. Murat Muratoğlu

Yayınlanma:

-

“Sermaye, güvenli bir %10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin %20 iştahını kabartır; %50 küstahlaştırır; %100 bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; %300 kâr ile sahibini astırma olasılığı olsa bile işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecekse bunu rahatça körükler.”₁ 

Marmara Denizinde fitoplanktonların ürettiği bir agregat olan müsilaj kıyılara vurdu ve uydulardan takip edilecek hacimlere ulaştı. Esasında sıradan bir doğa olayı olan müsilajın bu kadar endişe verici ve deniz içi ekosistemi tehdit eder boyutlara ulaşmasının temel nedeni uzmanlara göre bunu üreten fitoplankton türlerinin arıtılmayan atıklarla sayılarının fazlaca artması ve rekabet edecek türlerin sayısının azalması, yani ekosistem içi dengelerin insan aktivitesi ile tahrip edilmesiydi.₂

Fitoplanktonlar üremek ve besin üretmek için fotosentez yapan plankton türleri ve bunun için fosfor, azot gibi karasal elementlere ihtiyaç  duyuyorlar. Aslında gezegenimizin temel oksijen kaynaklarından biri olan bu türlerin aşırı üremesi su içi ekosistemlerde ciddi tahribatlara neden olabiliyor ki bugün görmekte olduğumuz kirlilik trajik bir sonun başlangıcı olabilir. Denizin oksijenizasyonunu ve ışık alımını kısıtlayan ve toplu balık ölümlerine yine ekosistem içi tür sadeleşmesine ve kırılganlaşmaya itecek olan bir süreci geliştirebilir ki öngörülen süreç şu an bu yönde. Basitleşen ekosistem kırılganlaşır ve tür çeşitliliğinde azalmalar her zaman tehlikelidir.

Şimdi ekosistemimizin “kârlılık oranları” ile ilişkisine gelelim. Marmara Denizi’ndeki kirlilik esasında bir atık arıtma problemidir. Marmara Denizi’nde sanayi atıkları ve kentsel atıkların neden olduğu kirlilik sudaki karasal elementlerin konsantrasyonunu ve buna bağıl olarakta onları işleyebilen fitoplankton türlerinin nüfusunu arttırmıştır. Bunun sonucunda oluşan agregat (çökelti) olan müsilaj da denizin yüzeyini kaplamaya ve ekosistemi tehdit etmeye başlamıştır. Türkiye’nin endüstriyel merkezlerinin bu deniz etrafında konuşlanması ve sermaye gruplarının kırılgan sermaye yapısının ek ve dışsal olarak gördükleri atık arıtma, baca filtreleme gibi faaliyetleri uygulamamaları bugün olanların temel nedenlerdendir.₃ Sermayenin temel itiyadı maliyetleri sınırlandırmaya ve kârı maksimize etmeye yöneliktir. Kârlılık oranları genel rekabet içinde azalmaya meyillidir. Bu yüzden her türlü maliyet kalemi azaltılmalıdır. Ne ekosistem ne canlı hayatı ne de insan sağlığı önemlidir; önemli olan maksimum kârlılığın sağlanmasıdır!

Yine bir diğer neden olarak “24 Ocak Kararları” sonrası resmen memleketimizin de dahil olduğu neoliberal ekonomik modeller ve onların etkisi olarak da neoliberal kent politikaları ele alınabilir. İstanbul’un ve Marmara çevresinin durmadan nüfuslanması ve kentsel politikaların neoliberal modalara uygun olarak reorganize edilmesiyle kamu kurumları da  kâr etmesi gereken işletmeler olarak yeniden tanımlanmaya çalışılmış ve ciddi kamusal yükümlülükler maliyeteleri gerekçesiyle yok sayılmıştır. Bugün Marmara Denizi büyük bir foseptiğe dönüşmüştür. Ama maalesef mali yükü en az olarak görülen çözümün maliyeti ile hepimiz yüz yüze kalacağız.

Marmara Denizinde müsilaj birikintileri zuhur etmeye başladığı sıralarda sosyal ekosistemimizde de bir hareketlenme oldu. Sedat Peker haftalardır yaptığı yayınlarda kendisinin de içinde olduğu pek çok kirli ilişkiyi ortaya sermeye başladı. Kamusal entitenin güvenlik bürokrasisinden 90’ların derin devlet ağlarına bir ilişkisel yumağı hedefli ve parçalı olarak ifşa etmeye başlayan Peker, en sonunda sırayla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, eski Başbakan Binali Yıldırım ve nihayetinde son videosunda randevulaştığı Tayyip Abi’sine geldi. Mafyatik ağlarla “siyaset” denilen rant havuzunun ne olduğunu gayet net ortaya koyan bu tablonun aynı zamandan yazının girişinde alıntılanan ve İngiliz sendikacı-yazar T. J. Dunning’e ait cümleyle doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyorum. Peker’in açıkladığı ilişkiler Türkiye Cumhuriyeti için yeni değil bilakis Cumhuriyet’in mevcudundan hiç eksik olmamış bir sermaye mantığından ibarettir. Kârlılık oranları arttıkça kâr için alınan riskin ve cürmün niteliği de artar. Türkiye’de bu cürümler etnik-dini düşmanlıkların; kültürel ya da yaşam tarzına ait tartışmaların altına gömülmeye alışılmışken bugün bizzat bu cürümlerin icracısı olan biri tarafından kendi maslahatı için gündeme getirildi. Bunun kamusal ya da toplumsal bir faydası olacak mı? Var olan ilişkileri ne kadar değiştirecek? Göreceğiz fakat sistem içi hesaplaşmalardan medet ummanın ötesine geçmeliyiz.

Sosyal ve doğal ekosistemlerimize kârların ve rekabetin hükmetmediği eşitlik, kardeşlik ve dayanışmanın hakim olduğu bir toplum bu kirliliklerin antidotudur. Bütüne dair bilincimizi toplumsal ve doğal olanın iç içeliğini idrak edecek şekilde yeniden inşa etmeliyiz. Kâr için insanın nefsini tahrip eden başka türlü ekonomik varlıkların ve refahın üretilemeyeceğini iddia eden “neoliberal kapitalist” düzen ile ağaların, eşkiyaların ve devletlülerin sistemi olan Osmanlı’dan arta kalmış bu kamusal düzen ile hesaplaşmak zorundayız. İç içe geçmiş bu iki yapı tarihsel ve toplumsal olgular olarak ancak toplumsal bir dinamizm ve baskı sonucunda tarih olabilirler. Ve yerine kurulacak olanlar da ancak bizim tahayyülümüz kadar olabilir. O halde karşılıklı yardımlaşmanın, dayanışmanın ve hakça üretim ile adil bölüşümün tahayyülünü elimizden geldiğince örgütlü ve disiplinli bir şekilde yaymalıyız.

 

1- Karl Marx bu sözleri Kapital’in 1. cildinde dipnot olarak aktarır. Kârlılık oranları kapitalist üretimin devindirici gücüdür. (Marx-Engels Ekonomi Politik Sözlüğü, Alaattin Bilgi, s. 117, Yurt Yayınları,1992)

2 https://ekolojibirligi.org/marmara-denizindeki-deniz-salyasi-hakkinda-uzmanlardan-endiseli-uyarilar/

3- Yine Dilovası örneği de aynı durum için örnek olarak ele alınabilir. Dilovası’ndaki hava kirliliği bölgedeki akciğer kanseri oranlarını rahatsız edici ölçüde artırmış ve yıllardır sermaye gruplarının lobisi nedeniyle ne mecliste ne de başka yerde buna bir çözüm bulunabilmiştir. Prof.Dr. Onur Hamzaoğlu’nun çalışmalarına daha fazla bilgi için bakabilirsiniz.

Tıklayın, yorumlayın

GÜNDEM

Exit mobile version