Yazılar

Dünya Cehenneme Sürüklenirken: Öfkeden Kurucu İradeye – Faruk Yeşil

Yayınlanma:

-

Tarihler 7 Ekim’i gösterdiğinde insanlığın yüzüne kara bir leke vuruldu. Filistin halkına yönelik başlatılan soykırım, yalnızca bir işgal rejiminin barbarlığı değil; aynı zamanda Batılı güçlerin alenî ortaklığı, işbirlikçi yönetimlerin utanç verici sessizliği ve İslam ülkelerinin teslimiyetçi tutumuyla büyütülen küresel bir insanlık suçudur.

ABD, İngiltere, Almanya, Hollanda ve daha niceleri; bir yandan “insan hakları” ve “demokrasi” nutukları atarken diğer yandan Filistin halkını yerle bir eden bombaların finansörü ve tedarikçisi oldular. Bu ülkelerin verdiği sınırsız diplomatik, ekonomik ve askeri destek, yalnızca işgalciyi değil, tüm Batı’yı soykırımın doğrudan suç ortağı hâline getirmiştir.

Kundaktaki bebeklerin, yaşlıların, kadınların, okulların hastanelerin, yardım kuyruğu bekleyen sivillerin üzerine yağan bombaların her biri, Washington’un, Londra’nın, Berlin’in ve Amsterdam’ın imzasını taşımaktadır. Bu gerçek apaçık ortadayken, Batı’nın “medeniyet, demokrasi ve insan hakları” söylemleri artık sadece kan ve zulmün üzerini örten kirli bir perdeye dönüşmüştür.

Öte yandan, dünya halkları öfke ve direnişle sokakları doldururken ABD desteği ile işgalci Gazze’ye kara harekâtı başlattığı gün İslam İşbirliği Teşkilatı, tarihe geçecek bir utanç vesikasına imza atmıştır. Onlarca ülkenin bir araya gelmesine rağmen Filistin için ne siyasi bir irade ne ekonomik bir yaptırım ne de fiili bir caydırıcılık ortaya koyabilmişlerdir.

Sessiz kalarak, kınama bildirileriyle günü geçiştirerek, aslında Batı’nın kanlı plânlarına zımnen onay vermişlerdir. Bu teslimiyet, sadece Filistin’i değil, tüm İslam ümmetini hedef alan yeni işgal ve zulümlerin önünü açmaktadır.

Batı’nın kanlı ortaklığı ve İslam İşbirliği Teşkilatının teslimiyeti birleştiğinde ortaya çıkan tablo sadece Gazze’nin yıkımı değildir. Bu tablo, tüm insanlığa yayılan bir felaketin habercisidir. Çünkü zulüm karşısında sessizlik, zulmün meşruiyetini pekiştirir; zalimlerle iş birliği ise dünyayı cehenneme sürükler.

Bugün Filistin’de yaşananlar, yarın başka coğrafyalarda tekrarlanacaktır. Emperyalizm, işbirlikçiler sayesinde iştahını daha da kabartacak; insanlık değerleri daha da ayaklar altına alınacaktır.

Ne Batı’nın kanlı ortaklığı ne de İslam İşbirliği Teşkilatının teslimiyetçi suskunluğu ebedi kalacaktır! Halkların vicdanı, mazlumların duası ve direnenlerin iradesi, bu ihaneti tarihe gömecektir hem de bugünden yarına gömecektir ancak bu süreç, insanlığın daha ağır bedeller ödemesine yol açacaktır.

7 Ekim, sadece bir tarih değil; insanlığın utancını, Batı’nın ikiyüzlülüğünü, İslam ve Arap ülkelerinin acizliğini ve bize şu hakikati haykırmaktadır:

Ya zulme karşı direniriz ya da cehennem ateşi hepimizi yakar.

Gazze’de yaşananlar; İslam dünyasının resmî kurumlarının teslimiyeti, sivil toplumun ve âlimlerin çekingenlik ve suskunluğuyla büyüyen bir insanlık suçuna dönüşmüş ve hepsini soykırımın ortağı yapmıştır.

ABD’nin patronluğunda İngiltere, Almanya, Hollanda başta olmak üzere Batılı ülkeler, Filistin halkını hedef alan katliamın her aşamasında işgal rejiminin yanında saf tuttu. İslam ve Arap ülkeleri dolaylı ve doğrudan destek vererek soykırımın suç ortakları oldular.

Askerî destek: Bombaların, füzelerin ve tankların çoğu Batılı fabrikalarda üretildi.

Siyasi koruma: BM’de katliamları durdurma girişimleri Batı’nın vetolarıyla engellendi.

Ekonomik ortaklık: İşgal rejimi, milyarlarca dolarlık ticaret ve teknoloji transferiyle Batı ekonomilerinin ayrılmaz bir parçası hâline getirildi.

Dolayısıyla Batı, “insan hakları” söylemlerinin arkasında değil; doğrudan soykırımın içinde, kanlı bir ortaklıkla yer almaktadır.

İslam İşbirliği Teşkilatı gibi 57 ülkenin temsil ettiği bir kurum, Gazze’deki soykırıma karşı caydırıcı hiçbir adım atamadı.

Ne petrol karteli olarak ekonomik baskı uygulayabildi,

Ne diplomatik bir blok kurabildi,

Ne askeri caydırıcılık ihtimalini gündeme getirebildi!

Ne halklar, kendi iktidarlarını İsrail ile diplomatik ilişkileri kesmeye zorlayabildi,

Ne de ülkelerinin ticareti kesmesini sağlayabildi!

Yapılan tek şey, sonuçsuz kınamalar ve diplomatik dilin içi boş cümleleri oldu. Bu teslimiyet, aslında Batı’nın eliyle dökülen kanın İslam ülkelerinin sessiz onayıyla ve desteğiyle sürdüğünü gösterdi.

En acı tablo ise toplumların vicdanını temsil etmesi gereken sivil yapılar ve âlimler cephesinde ortaya çıktı. Normalde zalim karşısında söz söylemesi, ümmetin sesi olması gereken bu çevreler, çoğu zaman iktidarların baskısından, fon kaygılarından veya kişisel çıkar hesaplarından dolayı sessizliğe gömüldü.

STK’lar:
Birçok STK, hükümetlerin kırmızı çizgilerini aşmamak için gerçek bir tavır alamadı. İnsan hakları kuruluşları, Filistin için sert bir dil kullanmaktan çekindi. Yardım kuruluşları ise insani yardım adı altında yalnızca para topladılar; işin siyasi ve ahlaki boyutuna neredeyse hiç dokunmadılar. Yapılan açıklamalarda ya da eylemlerde hiçbir şekilde, hiçbir somut talep dillendirilmedi. Boş sloganlarla toplumların gazı alınmış oldu.

Âlimler ve Kanaat Önderleri:
Zulme karşı en gür sesin çıkması gereken cami ve üniversite kürsüleri ile ilmî meclisler, çoğu yerde suskunluğa mahkûm edildi. Bir kısmı iktidarlardan korktuğu için, bir kısmı maddi imkânlarını kaybetmemek için, bir kısmı da kişisel konforlarını bozmamak için sustu. Bu suskunluk, ümmetin en büyük kırılmalarından biridir.

Korku ve Bağımlılık:
Bugün STK’ların büyük bir bölümü devlet fonlarına veya Batılı kuruluşların hibelerine bağımlı hâle gelmiştir. Âlimler ise maaşlarını kaybetme, baskıya uğrama veya dışlanma korkusuyla hakikati dile getirmekten uzaklaştılar. Böylece ümmetin sesi olması gereken kesimler, zulmün karşısında bir nevi suskun ortak hâline geldi.

Unutulmamalıdır ki zulüm karşısında susmak, zulmü büyütür. STK’ların, âlimlerin ve kanaat önderlerinin sessizliği, Batı’nın ortaklığını tamamlayan üçüncü bir halkadır. Bu sessizlik, işgal rejiminin meşruiyetini artırmış, Batı’nın suçlarını görünmez kılmış, İslam ülkeleri yönetimlerinin işbirlikçiliğini, teslimiyet ve acizliğini normalleştirmiştir.

Bugün Filistin’de yaşanan trajedi, işte bu ittifakın sonucudur:

Batı’nın kanlı ortaklığı,

İslam ülkelerinin teslimiyeti,

Ümmetin vicdanı olması gerekenlerin sessizliği…

Tarih, bu dönemi mutlaka yazacaktır. Batı’nın kanlı ortaklığını, İslam ülkelerinin teslimiyetini ve suskun kalanların korkaklığını ifşa edecektir. Halklar ise, bir gün mutlaka bu ihanetlerin hesabını soracaktır.

7 Ekim, sadece bir işgal tarihinin değil; vicdanların test edildiği bir dönüm noktasıdır.

Kim zalimin yanında, kim mazlumun safında olduğu bu tarihle açığa çıkmıştır.

Ya zulme karşı direniriz, kendimiz ve çocuklarımız için insanca ve Müslümanca yaşayabileceğimiz bir dünya inşa ederiz ya da bu Siyonist terör bütün dünyayı cehenneme çevirir.

Birçok İslam ülkesi hükümeti, bir yandan Filistin’e destek açıklamaları yaparken, diğer yandan İsrail’le ticaretini sürdürdü.

Körfez ülkelerinin limanlarından işgal rejimine mal sevkiyatı devam etti.

Bazı Kuzey Afrika ülkeleri, ABD ve Batı ile yaptıkları anlaşmalar gereği İsrail’le normalleşmeye devam etti.

Türkiye, İsrail ilişkileri inişli çıkışlı bir çizgi izlese de zaman zaman diplomatik sertlikler yaşansa da ticaret olanca hızı ile devam etmekte, Azerbaycan petrolünün işgal rejimine aktarımı soykırım süresince hiçbir kesintiye uğramadan devam etti, ediyor.

Bu tablo, halkların öfkesinin neden iktidarların çizgisini değiştirmediğini ortaya koyuyor: Yeterli baskı yapılmadı! Halklar sokaklarda öfkesini haykırdı ama o öfke somut bir taleple birleşmedi.

Sonuç olarak “Halklar sorumluluğunu yerine getirmiştir!” diyemeyiz. Evet, Müslüman halklar Filistin için çok şey yaptı: sokaklara çıktı, yardım gönderdi, dua etti ama asıl sorumluluklarını yerine getirmedi, iktidarlarını köşeye sıkıştırıp İsrail’le her türlü bağı kesmeye zorlayamadı.

Bu nedenle Filistin davası hâlâ sahipsiz bırakılıyor çünkü zulmü durduracak güç yalnızca meydanlarda atılan sloganlarda değil, iktidarları değiştirecek örgütlü ve sürekli baskıdadır. Bu sorumluluğu ülkemizde yerine getiren çok az sayıda grup vardır. Bu gruplardan arkadaşlar da türlü baskılara maruz kaldılar; mazlumlara ve Gazze’ye sahip çıkmanın bedelini ödüyorlar! Şu âna kadar 245’ten fazla gözaltı, 12 tutuklama yapıldı. 2 kişi hâlâ tutuklu, 2 kişi ev hapsinde, 70’ten fazla kişinin yurt dışı yasağı var. Yani sürekli Filistin hamaseti yapan düzenbaz iktidar somut talepleri dillendiren herkesi bir şekilde cezalandırıyor!

Bütün bu tecrübelerden sonra şunu söyleyebiliriz: Gerçek dayanışma, sadece öfke duymak değildir; öfkeyi, iktidarların politikalarını kıracak/kuracak iradeye dönüştürmektir!

Tıklayın, yorumlayın

GÜNDEM

Exit mobile version