Söyleşiler
Egemen Dünya Düzeni Bu İşin Neresinde?
11 Temmuz’da, PKK’nın sembolik anlamı büyük olan “silah bırakma” töreni ile önemli bir eşiği aşan “Barış” süreciyle ilgili Ahmet Örs’le bir müddet önce yaptığımız röportajı sunuyoruz.
Savaşın, çatışmanın, katliamların, terör diye bir bela ve sopanın ortadan kalkmasını kim istemez ki? Şeytanın askeri veya silah taciri değilseniz barış herkes gibi sizin için de huzur, refah ve felah kapısıdır. Hâl böyleyken, bir yandan çok umutlu iken öte yandan neden ciddi şüpheleri var insanların?
Hukuksuzluğun dibini bulmuş, KHK’lar eliyle bir zulüm düzeni tesis etmiş, nihayet Yargı içinde “devşirdiği elemanları” eliyle CHP’den bir terör örgütü çıkartmak için debelenen, ilk ismi “adalet” iken her sahada dehşet verici bir adaletsizliği pervasızca sergileyen bir iktidar ile bu iş nasıl olacak, diye sormadan edemiyor insan. “Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek”le övünen emperyalist ve siyonist blok (ABD ve İsrail) iki yıla yakındır Gazze’de soykırım suçu işlerken ve Türkiye uyum içinde üzerine düşen “mütevazı” katkıyı sunarken üstelik! Yoksa her şey samimiyetsiz bir seçim kazanma hilesi mi?
Yine aynı Türkiye mevsimindeyiz: İhtiyatlı iyimserlik, endişeli umut…
Ulusal sınırlara takılmadan, herkesin hakkını aldığı, güvende olduğu sahici (bölgesel ve küresel) bir barışa doğru emin adımlarla yürürüz inşallah, diye dua ediyoruz.
– PKK’nın silah bırakma ve kendini fesih kararını bekliyor muydunuz?
Bunlar radikal ve hemen hiç kimsenin beklemediği kararlardı açıkçası. Herhangi bir siyasiden ya da yorumcudan bu doğrultuda pek bir şey duymuşluğumuz ve öngörümüz yoktu hatta ABD’nin özellikle PYD’ye olan teveccühü düşünüldüğünde böyle bir şey iddia etmek akla zarar bile kabul edilebilirdi. Hadi, dönemsel olarak geçmişte de olduğu gibi ateşkesler olsun ama fesih, bambaşka bir karar!
– Arka planda ne olursa olsun bu, tarihi bir olay. İlk duygu ve düşünceleriniz nedir bu gelişme karşısında?
Elbette, tarihi bir âna tanıklık etmekteyiz, bunda kuşku yok lâkin insan bu işin arka plânını kaçınılmaz olarak merak ediyor; geriye doğru neler olduğunu anlamaya çalışıyor: Örgütün feshine giden sürecin özellikle Ortadoğu’daki/Batı Asya’daki hangi dinamiklerin eseri olduğunu kavrayamayan bir duygulanım, fazlasıyla boşa düşme kabiliyetine sahip. Bunu muhakkak not etmeliyiz. Duygulanım üzerinde bunca ehemmiyet vurgusunda bulunmuşken neler düşündüğümüz hakkında sanırım ciltlerce konuşmak gerekebilecektir. Küresel ittifakların bileşeni olarak devletin ve yine aynı ittifaklarla yeni ve sıkı münasebetler geliştirmiş örgütün birlikte yaptığı işlerden, hele de Ortadoğu’nun şu ürkütücü aşamasında işkillenmemek elde değil. Güçlü bir şüphe ve tekinsizlik hâlinin çok yönlü olarak beni etkisi altına aldığını söylemeliyim. Bu süreç, bütün bir bölgeyi olduğu kadar özellikle İslamî siyaseti teorik ve pratik boyutlarıyla temsil etme iddiasında bulunanlardan oluşan muhitimizi de sarsacaktır.
– Örgüt bir adım attı, Devletin de atması gerekli adımlardan bahsediliyor. Sizce bu adımlar nelerdir?
Doğru, örgüt bir adım attı ama bu adımın devletin mi, örgütün mü, küresel büyük ittifakların mı adımı olup olmadığı hususunu iyi irdelemek gerekiyor. Bu meyanda muarızların ya da muhatapların bahis konusu ittifaklardan bağımsız bir adım atma kabiliyetinin olduğuna inanmıyorum. Bunun aksini iddia etmek bence açık palavradan başka bir şey değil! Bölgenin, egemen dünya düzenine teslim olmuş irili ufaklı yapılarının nasıl hareket ettiği, hangi mevzilerden atış yaptığı, kimlerin yanında hizalandığı zaten gözler önünde cereyan eden arsızlık tiyatrosunda sergileniyor. Suriye’de son somut tezahürü görülen dönüşüme göre devlet ve örgütün konumlandırılışından cesaretle bahsetmeliyiz. Atılacak adımlar İsrail-ABD (bütün bir emperyalist blok) hattının yanında birlikte hizalanmak ve Batı Asya’nın geri kalan lokasyonlarındaki irili ufaklı ayrıksı grup ya da devletleri tasfiye sürecinde muvazzaf bir pozisyon almak şeklinde olacak görünüyor hatta bu, oluyor. Bu büyük adımlara paralel ya da onları takiben atılacak “demokratikleşme” adımları olacaktır elbette. Ulus devlet direncine rağmen sosyal alanlardaki bazı yasakların kalkmasını görebileceğiz ama gerçek bir özgürleşme ihtimali asla bu tablodan çıkmayacaktır.
– Türkiye bilhassa 15 Temmuz 2016 tarihinden, OHAL ve KHK rejimine geçişten sonra feci bir hukuksuzluk, yolsuzluk, liyakatsizlik sürecine girdi. Her geçen yıl kötüye gitti. Peşi sıra ağır bir yoksulluk içine sürüklendi halk. Hak-hukuk karnesi bu kadar zayıf bir iktidar, başta Kürtler olmak üzere bu ülkeye özgürlükler anlamında neler sunabilir?
Sorunuz aslında bir yandan çarpıcı tespitleri de barındırıyor. Bu süreçte benim de öne çıkarmaya çalıştığım bir perspektif, bu. Bu durumda egemenlere sormak gerek: Siz, sözüm ona “barış” içinde yaşadığınızı iddia ettiğiniz insanlara hangi güzellikleri sundunuz da Kürtlere ya da başkalarına barış, huzur, refah vaat ediyorsunuz? KHK zulmü hâlâ devam ediyor, protesto hakkını kullanmak isteyenlerin başlarına neler geliyor, hep birlikte görüyoruz. Zaten siz, bir avukat olarak hukuksuzluğun ülkede ne denli bir geçer akçe olduğunu hepimizden iyi biliyorsunuz. Barınma, gıda, ekonomik güvence gibi haklara, Anadolu’nun çok boyutlu olarak talan edilip yağmalanmasına hiç girmiyorum bile!
Kürt meselesindeki bu sıra dışı ve hemen herkesçe sürpriz olarak karşılanan mezkûr “açılım”ın bölgesel ayağı az önce değindiğim gibi büyük aktörlerin plânlarından bağımsız değil ancak bütün bu olumsuz tarafların yanı sıra farklı muhatapların bazı durumlardan avantaj devşirebilmesi elbette mümkündür. Tabii, bu mümkünlük her durum ve çevre için geçerlidir. Gerçek özgürlüğün teorik bağımsızlık dolayımında gerçekleşebileceğini düşündüğümüzde özellikle İslamî çevrelerdeki bağımsız, ilkesel duruşları tahrip edip bulandırma kabiliyetine sahip olması bakımından bu yeni adımlara ekstra ihtiyatlı yaklaşmakta yarar var. Ulus devlet paradigmasının yeni yorumuna hem Kürt siyasal unsurlarının hem kimi İslamcı muhitlerin coşkulu dahli beni kaygılandırıyor. Düzenin maharetli hamlelerinin muhalif unsurlardan daha tesirli olduğu gerçeği bu süreçlerde daha bir görünür olabiliyor. Ne Ortadoğu/Batı Asya halkları düşünsel bir hazırlık içinde ne de Türkiye özelindeki Kürt ya da İslamî devrimci unsurlar… Dolayısıyla emperyalizmin ve onun ortaklarının projelerine, o projelerin fikrî temellerine iyi bakmalı: O bütünün herhangi bir özgürleşmeye götürecek önce niyeti, sonra imkân ve kabiliyeti var mı, diye.
– PKK’nın silah bırakması Ortadoğu olarak adlandırılan bu çalkantılı coğrafyadaki dengelerden bağımsız düşünülemez elbette. 100 yıldır yaşananlardan sonra bu coğrafyada insanlar umutlu olmaya çekinir hâle geldiler. Hiç değilse Türkiye topraklarının terörden arındırılıp huzur bulacağı yönünde umutlu olabilir miyiz?
Halkların öz örgütlülükleri çevresinde, onların irade ve inisiyatifleriyle gerçekleşmeyen herhangi bir pratikten umut ya da huzur beklenemez. Egemenler bir şeyler yapıyorlarsa hem de bunları bırakın halkı haberdar etmeyi, yetki sahibi kişi ve kurumlardan bile gizli kapaklı icra ediyorlarsa bütün bu yapılıp edilenlerden elbette halkın, halkların lehine bir sonuç doğmayacaktır. Buradan en fazla Orwell’ın 1984 romanına bir yol çıkarılabilir! Terörün geniş tabanlı bir tanımı da burada zorunlu olarak devreye girmelidir. Batı Asya mıntıkasındaki yerel ya da küresel devlet, örgüt ya da sermaye çeşnisi içinde boy gösteren irili ufaklı yapılanmaları bu hususta sıralarsak muhayyel huzur ve barış için bölgemizin kimden ya da neyden hangi ölçüde arındırılması gerektiği ortaya çıkacaktır.
Özelde İslâmî çevrelerin hem teorik hem de dinamik temellere tevhîdî ayırt edicilikle yaklaşamayan ve modern paradigmayı aşamayan tutumlarının da bütün bu kaygı verici hakikatin üzerine tuz biber ektiğini bir kez daha söylemeliyiz. Huzur ve barış, aktörlerden, aktörlerin başka başka münasebetlerinden bağımsız değildir. Tabiatıyla o bütünlükler, herhangi bir alandaki bütün hareketlenmeleri beslemektedir. Bunda şaşılacak bir şey de olamaz. İleride, beklentiler boşa çıktığında şaşılmaktansa şimdiden bütün dinamiklere sahih bir eleştirellikle yaklaşılması yerinde bir tutum olacaktır.
20 Mayıs 2025