Son aylarda uyarıyı sıkça duymaya başladık.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ulaşım araçlarında kullanılan İstanbul Kart’lar, cihazlara tutulduğunda yeterli lira yüklemesine sahip değilse bu uyarıyı verir.
Yaşanan ekonomik kriz tablosu kendini İstanbul ulaşımında her gün daha bir görünür kılıyor, “yetersiz bakiye” sesi bütün yolcuların arasında, zihinlere, geleceğe ilişkin kaygıları serpe serpe sırasıyla dolaşıyor.
Ülkede ağır bir kriz tablosu var. Dizginlerinden boşanan döviz kurları sınırsız yükselişini sürdürürken gelecek ekonomi planlarının ne olduğuna dair tartışmalar çeşitlenip artıyor, enflasyon alıp başını gidiyor.
Üretimden koparılıp büyük şehirlere tıkılan halkımız seçeneksizliklerle karşı karşıya bırakılmış durumda. Köy ve kasabalardan, geniş tarım ve orman alanlarından, kısacası bütün bir kırsal yaşamdan sürülen halkımız sermayenin çalışıp üreten kölesi olarak istihdam edilmiş, kazandığı az bir miktarı da yine sermayenin ürünlerini tüketerek ona devredecek bir mekanizma olarak tanımlanmıştır.
Bu durumda halkımız bağımsızlığından tümüyle koparılmış bulunuyor.
Tam da burada Fikret Başkaya hocanın “Köylü özgür insandır, kendi ürettiğiyle geçinir.” tespitini hatırlıyorum. O tespit, evet normal, yani geleneksel tanımı çerçevesinde doğruydu, şimdi imha edilmiş durumda.
Halk, üretimden nasıl koparıldı?
AKP’nin uzun iktidar yılları bunun hikâyesidir aslında. İktidarının ilk yıllarında “ılımlı İslam” modeli olarak tasarlanması nedeniyle küresel mazhariyete layık görülmenin gereği olan fonlanmanın kredi-tüketim sarmalını ülkeye nasıl musallat ettiğini hatırlayalım.
12 Eylül darbesinin desteğiyle hayata geçirilen 24 Ocak Kararlarının tasarlayıp uygulayıcısı evvel emirde Turgut Özal olsa da pekiştirildiği yıllar AKP iktidarı olmuştur. Üretim tesisleri sınıfından kamu varlıklarının sermayeye devredildiği bu yıllar aynı zamanda tabiatın da delik deşik edilerek sermaye tarafından yağmalandığı bir dönem oldu ve bu talan el’an en vahşi biçimleriyle devam ediyor.
Tekel-sigara fabrikaları ile şeker fabrikalarının özelleştirilme süreçleri kamuoyu önünde direnişlerle de gündem olması açısından hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. Her açıdan korkunç bir yıkım süreciydi.
Bu süreçlerde, Tokat örneğinde de açıkça görüleceği üzere tarıma dayalı Anadolu şehirlerinin beli kırıldı. Sigara ve şeker fabrikalarının devre dışı kalmasıyla tütün ve şekerpancarı üretimi yapan Tokat ve çevre illerin çiftçileri bir daha kendilerine gelemedi. Binlerce insan işinden oldu. Üretim aşamasının ardından devreye giren bütün sektörler bu süreçlerden fena halde etkilendi.
Sigara fabrikalarının küresel tekellere devri, ardından da sökülüp yıkılması kendi içinde birçok garabeti barındırmaktadır. (Okuyucular onların neler olduğunu bilir.) Şekerpancarı tarlalarında büyüyen biri olarak bu yaşananların çok boyutlu olarak ne demeye geldiğin farkındayım. Üretim kıtlığının bugün ülkenin hangi köşesinde yaşarsa yaşasın halkımız için nasıl bir maliyete sebebiyet verdiğin de herkes farkındadır.
Evet, bakiyeler yetersiz, halk alabildiğine yoksullaştı. İşte bu yoksul halkımız için ucuz iş gücü cehennemi kalıcılaştırılmak, genişletilmek isteniyor. Vaktiyle bir bakan uzak doğudan daha ucuz iş gücüne sahip olduklarını söyleyerek küresel sermayeyi Türkiye’ye davet etmişti. Şimdi daha da ucuzlattılar! Bir de mülteci emeğini eklediler üzerine.
Küresel sermayenin bakiyesi dolup taşarken toplu taşıma araçlarından yetersiz bakiye feryadı artarak yükseliyor. Memleket dönüp dolaşıp aynı limana demir atıyor. Küresel sermayenin, zengin ülkelerin taşeronu olma kaderi boynumuzdaki kölelik zinciri olarak şakırdayıp duruyor. Özgürlüklerden, emek ve alın terinden, hak ve hukuktan yana kalıcı bir bahtsızlık hayatları zindan ediyor.
Tam da bu noktada mücadele haritalamasına tekrar eğilmek icap ediyor. Allah’tan korkan, sermayeye değil O’na kulluk eden bir bilinçle sömürü düzenini alt etmeye niyetlenen bir güzergâha niyet etmeli. “Yetersiz bakiye” çınlamasının imlediği yoksulluk ve kölelikle kapışmanın imanın temel şartlarından olduğu gerçeğini dosta düşmana ilan etmeli.