Çerkes asıllı mütefekkir Cevdet Said’in 10 yıldır İstanbul’da olduğunu geçen ay vefat ettiğinde öğrendim. İlk sorum şu oldu kendime: Neden kendisinden haberdar değildim? Hayattan elini eteğini çekip gözlerden uzak bir yaşam mı sürüyordu yoksa yazıyor, konuşuyordu da benim mi haberim olmadı? Az çok gündemi takip eden biri olduğumu düşünüyorum.
Merakımı giderecek cevapları okuduğum ilk ve (şimdilik) tek kitabı ‘Şiddet Erdemi Öldürür’de bulduğumu zannediyorum. 91 yaşında bu dünyadan ayrılan Cevdet Said’in 1966 yılında yayınlanan ilk kitabının adına baktığımızda, gözlerden uzak mı durmuş yoksa uzak mı tutulmuş, tahmin edebiliriz: “Adem’in İlk Oğlunun Mezhebi: İslami Harekette Şiddet Sorunu”
Habil’den ziyade Kabil’e yakın, şiddet ‘mezhebi’nin evlatları olduğumuz için hoşumuza gitmemiş ki, “işe yaramaz” bulup görmezden gelmişiz kendisini. Dünyaca ünlü alim, Suriye’de iç savaşın patlak vermesi ve yaşadıkları bölgeyi sarmasının ardından, 2012 yılının sonunda ailesiyle İstanbul’a göç etmiş.
Kitabı, muhacir olarak geldiği İstanbul’da sekseni aşkın sohbet ve konferansını eşzamanlı tercüme eden yazar Fethi Güngör Türkçe’ye kazandırmış. Eser, üstadın 2017 yılından itibaren Diriliş Postası Gazetesi’nde yayınladığı haftalık yazılarının gözden geçirilmesiyle meydana gelmiş.
“İlim Ve Bilgi Yolunu Tutmak” başlıklı ilk makalede Cevdet Said, Suriye’de yaşananlara bakışını şu cümlelerle ortaya koyuyor: “Aklını çalıştırmayan ve silahın, hakkını alabilmenin biricik şartı olduğuna inananlar, haklarını asla alamamakla kalmayıp imkanları ve canları da heder etmeye mahkûmdurlar.”
Said, rejim karşıtı olarak muhalifleri desteklemiştir. Ta ki barışçıl vasıflarını yitirene dek.
“Evet, Suriye’de rejim ziyadesiyle suçludur, bu hususta gözlemcilerin büyük çoğunluğu da müttefiktir. Ancak, bizim de ziyadesiyle ahmak, kıt akıllı olduğumuzu ve geleceğimizi insan canı alıp satan silah tüccarlarının aldatıcı nağmelerine teslim ettiğimizi artık idrak etmemiz de gerekir.”
Fehim Taştekin, en ‘bilge mülteci’ sessizce çekip gitti, başlığıyla kaleme aldığı yazıda, Said’in, şiddeti reddedip sivil direnişi savunan çizgisiyle kimseyi memnun edemediğine dikkat çekmişti.
İlim ve bilgi yolunu tutmak ile şiddet kültürü ve devlet kültüne aklını ve gönlünü kaptırmak arasında dağlar kadar, Habil ile Kabil kadar fark var.
“Bütün nebiler, muhalefette kalma süreleri ne kadar uzamış olursa olsun, değişimi gerçekleştirmek için şiddete başvurmayı kesinlikle reddetmişlerdir.”
Şiddet sorunu ve şiddetsizlik ilkesi üzerine 50 yıldan fazla kafa yormuş bir alim Cevdet Said. Kur’an’la düşünen, muhakeme eden bir çizgide okuru sürekli sorgulamaya davet etmesi öne çıkan bariz özelliği. Müslüman toplumların içine düştükleri şiddet cenderesinden kurtulabilmeleri için yitirdiğimiz temel kavramları hayata döndürüp seferber etmemiz gerektiği gün gibi ortada. Kitap bu çerçevede yazılarla örülmüş: İlim, Şura, Tarihten Yararlanmak, Kötülüğe İyilikle Karşılık Vermek, Af Kültürünü Yerleştirmek…
Yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasına bağlı ülkede dehşet verici bir şiddet sorunu olduğunu görmeyen, bilmeyen kaldı mı? Tam bir cahiliye mahsulü olan bu sorunu, şubelere bölüp, “kadına şiddet”, “havyana şiddet” başlıkları altında her akşam en az bir haberle lanetlemek gibi bir adetimiz de var. Öte yandan, aynı ekranlarda her akşam sürüsüne bereket diziyle şiddeti arz ve talep eden, normalleştiren de bizleriz. Okullarda da bu “kültür” besleniyor olmalı ki militarizmin son ütüsünün yapıldığı, zorla – zorunlu olarak doluşturulduğumuz kışlalarda da kutsanıyor şiddet. Erkek olmak, adam olmak nezaketle, zarafetle değil ‘güç’lü olmakla, ‘kodu mu oturtmak’la, ağza bulaşan ve her vesile tükürük gibi etrafa saçılan küfürlerle tahkim ediliyor halen. (Pespayelikten tasarruf edilmiyor!)
Oysa ki “kültür” içindeki envâi çeşit yozluğu, bir softa bezini silkeler gibi silkeleyip atmadan adam veya kadın olunamıyor, insan kalınamıyor.
Şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak benimsemekten vazgeçmek, erdemi öldüren, ruhları çürüten bu sarmaldan çıkabilmek için Rabbimizin çıtayı nereye koyduğuna bir bakmak, ilgili kıssanın hikmetine vakıf olmaya doğru yola çıkmak gerekir diye düşünüyorum.
“VE ONLARA gerçeği göstermek için Âdem’in iki oğlunun kıssasını anlat; nasıl ikisinin birer kurban sunduklarını ve birinden kabul edildiği halde diğerinden kabul edilmediğini. [Onlardan biri, Kâbil,] “Seni mutlaka öldüreceğim!” demişti. [Kardeşi Hâbil] cevap vermişti: “Unutma ki Allah, yalnız O’na karşı sorumluluk bilinci duyanların [kurbanı]nı kabul eder. Beni öldürmek için el uzatsan bile, ben öldürmek için sana el uzatmayacağım: Ben bütün âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım.” (Maide Suresi 27-28)