Türkiye’nin son 10 yılındaki askerlik düzenlemelerine göz attığımızda, hak mücadelesi vermemenin “bedeli”ne dair haki ve hakiki bir tablo ile karşılaşıyoruz. Haklarımızı bilmez ve elde etmek için mücadele etmezsek eziliyor, köleleştiriliyoruz.
2011’de 30.000 TL, 2014’te ise 18.000 TL bedelli askerlik ücreti ödeyenler kışlaya gitmeden askerlik vazifelerini ifa etmiş sayıldılar. 2018 yılında bedelli askerlik ücreti 15.000 TL idi ve fakat askerlik yapmış sayılmak için kışlada 21 gün geçirmiş olmanız gerekiyordu.
2019 yılına gelindiğinde ise yeni bir düzenlemeye gidildi. Kısa dönem askerlik 6 ay olarak belirlendi ve bedelli askerlik kalıcı hale getirildi. Bugün bedelli askerlik yapmak isteyenler kışlada 1 ay geçirmenin yanı sıra 40.000 TL ödemek zorunda.
“Vatani görev” olarak addedilen askerlik, dolara endeksli bir ürün gibi. Bir ara bedeli “makul” sayılabilecekken, kısa süre içinde, adeta uçmuş! 2014 yılında sadece 18.000 TL ödeyerek vatani görev ifa edilebilirken bugün 40.000 TL ödemek yetmiyor, üstüne bir ay da askerlik yapmanız gerekiyor.
Askerlik meselesine “piyasa” mantığıyla bakmanın bedelini ödemeye devam ediyoruz milletçe. Oysa ki her işe olduğu gibi buna da hak ve hukuk zaviyesinden bakılsa durum çok farklı olabilir. Nasıl mı?
En başta, askerliğin neden halen bir zorunluluk olduğu sorgulanarak… Dünyanın “gelişmiş” diye tabir edilen, ekonomik ve askeri olarak güçlü ülkelerinde zorunlu askerlik uygulamasından çoktan vazgeçilmiş durumda. Zorunlu askerliğin olduğu ülkelerde ise vicdani ret hakkı tanınıyor. Bu, ara bir çözüm sayılmalı.
Peki, “vicdani ret” nedir?
Kişinin politik görüşleri, inançları, ahlaki veya felsefi değerleri nedeniyle zorunlu askerliği reddetmesine Vicdani Ret deniyor.
Vicdani Ret hakkı din ve vicdan özgürlüğünden doğan bir insan hakkıdır. Türkiye tarafı olduğu uluslararası sözleşmeler uyarınca Anayasası (M. 24, 25 ve 90/5) gereği bu hakkı tanımak zorunda. Ne var ki hukuka aykırı bir tutum içinde diretiyor. (İnsan haklarının cılız, militarizmin güçlü olduğunu gösteren bir “geri kalmışlık” içindeyiz nihayetinde. Lakin umut var; 90 yıldır “gelişmekte olan” bir ülkeyiz.)
Bilindiği üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi bu hususta da mahkum etmişti, (bakınız Mehmet Tarhan kararı). Anayasa Mahkemesi’nde 5 yıldan fazladır bekleyen pek çok dava var. Mahkeme bu hayli basit davalarda bir türlü karar veremiyor, beklemede kalıyor. Zira bu hakkı kabul etse bir dert (İktidar’ın hışmına uğramak) reddetse başka bir dert (İç hukuk yolları tüketildiği gerekçesiyle mağdurlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurursa Türkiye yine mahkum olur.)
Pınar Öğünç’ün “Asker Doğmayanlar” kitabına önsöz yazan Ayşe Gül Altınay, Tolstoy’un 1905 yılında konuyla ilgili kaleme aldığı satırları alıntılıyor:
“Avrupa’daki iktidar odakları zorunlu askerlik hizmetini hiç itirazsız kabul ettiler; oysa ki kölelikti bu, hem de eski dönemlerdeki kölelik koşullarıyla kıyas kabul etmez bir yozlaşma ve irade kaybı söz konusuydu.”
Aydınlar, zaman ve mekan sınırlarını aşabilen fikirlerin insanlarıdır. 100 yıl öncesinin Rusya’sından ses veren Tolstoy’un bugün dahi sesini yankılayamıyorsak, özgürlüğümüzü, haklarımızı bize birilerinin bağışlamasını bekleriz. Elbette, daha çok bekleriz!
Sormayız: Dün 15.000 liraya aldığımız “ürüne” bugün neden 40.000 liranın çok üzerinde para ödemek zorundayız. Köle miyiz biz?