4 Mayıs 2018’de Silivri (9 No’lu) Cezaevi’ne gerçekleştirdiğimiz ziyaretin ardından yayınladığım notların başında şu paragraf yer alıyor:
“Mehmet Altan, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Halis Bayancuk, Selçuk Kozağaçlı ve Ahmet Altan ile görüştük. Osman Kavala’yı da avukatı ile “çok acayip bir hal içinde” gördük.”
Altan kardeşler, Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan tahliye edildi. Kavala, Kozağaçlı ve Bayancuk’a gün yüzü gösterdilerse de Hukuk yüzü göstermediler.
Cezaevi’nde ziyaret ettiğim isimlerin dosya ve akıbetlerini takip etmeye çalışıyorum, hiç değilse tahliyeye dek. Kavala ve Kozağaçlı‘nın haksız ve hukuksuz tutukluluklarını daha önce gündeme getirmiştim.
Saydığım isimler arasında en “savunmasız”, ötekileştirilmeye, öcüleştirilmeye ve dolayısıyla hak ihlaline uğramaya en müsait olan isim Halis Bayancuk olsa gerek. Düşünceleri, söylemleri sebebiyle.
Sıklıkla altını çizdiğim bir nokta var: En büyük mağduriyetler en ağır biçimde ötekileştirilen gruplar içinde yaşanır. Zalimlerin favori taktiği budur: Önce düşmanlaştırır, yalan dolan ve iftira ile öcüleştirir, sonra kolayca hukuk dışına atılır insanlar!
Kim, IŞİD veya FETÖ gibi “terör”le ilişkilendirilmiş bir insanın hakları için sesini çıkartmaya cüret edebilir ki! Toz duman içinde tıkıldıkları o çuvallara dokunanlar da çuvalı boylayabilirler, bu risk her daim mevcut. Fişlenmekse işten bile değil. Üzerinize yüreğinizden başka muska takmamış olabilirsiniz, ne var ki fişlerden yapılma kolyeniz insanların gözüne alır!
İnsanların hakları için mücadele edecek, hak savunuculuğu ‘sanatı’nı layıkıyla icra edecek olanlar (avukat olmalarına gerek yok) ötekileştirmelerden, önyargılardan, resmi yalan ve iftiralardan (algı operasyonlarıyla) oluşturulmuş yığınakları (barikatları) aşamazlarsa, yalnızca “kendine müslüman” olarak kalırlar. Razı olunan makbul vatandaşlık seviyesinde hayat sürer, düzenin devamına dolaylı da olsa katkı sağlarlar. Şairin dediği gibi, “hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” kalırlar. Baştan beri bütün yenik düşenlerle aynı kışlakta olduklarını anladıklarında iş işten geçmiş olur.
“düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız”
Avukat Muharrem Balcı’dan biz öğrencileri şunu öğrendik: “Bir insan mazlumun, masumun hakkını savunmak için yola çıktığında tüm insanlık ona borçlanır. Ve Allah insana bundan daha büyük bir onur vermemiştir.”
İnsana ve haklarına bu zaviyeden bakarken zalimlerin önünde düğme iliklemek anlamına gelecek şu minvalde sözlerle başlamak istemem konuşmama, yazıma: “Halis Bayancuk’u hiç sevmem. Hem de hiç sevmem. Benim açımdan üç temel sebebi var bunun.”
Bir hakkı savunmak, ayaklar altında ezilmesin diye kaldırmak için, hakkın o dönemki sahibiyle aynı düşünce veya inanca mensup olmadığını ifade etme zarureti hissetmeyi bir eziklik addediyorum. Ne bu: Bir önşart filan mı? Düşene bir tekme de vurmanın sırası mı? Öyleyse asıl zulmedene de en az o kadar “sallamak” gerekmez mi? Hani, tutarlı olmak adına diyorum…
Türk Yargısı’nın ağına düşmüş sayısız isimden biri olan Bayancuk (namı diğer Ebu Hanzala) hakkında o tarihte şu kısa notu düşmüşüm:
“11 aydır tutuklu. Hakkında 10 dosya var. Halis Bayancuk çok ağır bir tecrit altında yaşıyor. 24 saati tek başına bir hücrede geçirmek zorunda. Sadece haftanın bir günü bir saat için aynı dosyadan yargılanan bir kişi ile spor salonunda görüşebiliyor. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan herhangi bir suçludan bile daha ağır bir tecrit altında.”
Halis Bayancuk 2008 yılından bu yana hakkında açılan onlarca davadan ötürü 38 yıllık ömrünün şimdiden 9 yıldan fazlasını hapiste tutuklu geçirmiş. İnsanlara adil yargılanma hakkı tanıyın, başka ihsan istemez.
MAZLUMDER’in raporları arasında kendisine ilişkin de 73 sayfalık bir rapor bulunuyor. 12 arkadaşımın titiz bir çalışma ile ortaya koyduğu raporun sonuç ve değerlendirme kısmından üç paragrafı buraya alıyorum:
“Yapılan araştırma ve incelemelerimiz sonunda başvurucunun yıllardır süren yargılamalar nedeniyle başta kişi güvenliği ve özgürlüğü, fikir ve düşünce hürriyeti olmak üzere adil yargılanma hakkı, savunma hakkı, masumiyet karinesi gibi temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği tespit edilmiştir.
MAZLUMDER olarak kişilerin sırf fikir ve düşünceleri nedeniyle yargılanmalarının, ceza ve takibata maruz bırakılmalarının açık bir hak ihlali olduğunu düşünmekteyiz.
Başvurucu özelinde 73 dava dosyaları incelendiğinde, başvurucunun “genel kabul görmüş fikir ve düşüncelere aykırı dini görüş ve kanaatleri” dışında, TCK anlamında suç vasfı taşıyan bir eylemine rastlanılmamıştır.”
Cehalet insana şöyle sözler söyletir, duyanlarınız vardır: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, ne olacak, haksız yere yargılanıyorsa beraat eder, çıkar.”
Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin önemli liderlerinden Mevlana Ebu’l Kelam Azad’ın İngiliz mahkemesinde yargılandığı sırada yaptığı tarihi savunmadaki şu sözler beni çok etkilemişti. Yöneticiler, bilhassa Adalet Bakanı ve yargı mensupları bu sözleri odalarında görünür bir yere assınlar isterim. Zira adalet sarayı veya adliye denilen binalarında bu ülkenin, kan gövdeyi götürüyor!
“Tarih gösteriyor ki mahkeme salonları savaş meydanlarından sonra en müthiş zulümlerin işlendiği sahnelerdir. Harp sahnelerinde nasıl birçok masum kanlar dökülüyorsa mahkemelerde de nice nice masum insanlar idama mahkûm ediliyor, öldürülüyor ve zindanlarda çürütülüyor.”