Koronavirüs salgını sebebiyle dünya genelinde enfekte olan insanların sayısı 100 milyonu, hayatını kaybedenlerin sayısı ise 2 milyonu geçti. Kısıtlayıcı önlemler salgının yayılımının bir nebze de olsa baskılanmasını sağlarken, aynı önlemler ne yazık ki, yıpratıcı psikolojik etkilerinin yanında, özellikle alt sınıflar için ciddi bir ekonomik buhranı da beraberinde getirdi. Bu çıkmazın içinde dünya umudunu aşılara bağlamış halde.
Nüfusu yaygın şekilde aşılama konusunda diğer ülkeleri geride bırakan ve “örnek” olarak gösterilen ülkelerden biri de halihazırda iki milyondan fazla kişinin aşılandığı İsrail. Ancak yerleşik ve kurumsallaşmış bir ayrımcılık rejiminin hâkim olduğu İsrail entitesi ve işgal altındaki Filistin toprakları söz konusu olduğunda, aşılamanın da eşit ve adil koşullarda gerçekleşmesi pek beklenemezdi. Nitekim şu ana kadar uygulanan pratik de bu yönde oldu ve bu durum Birleşmiş Milletler’in gündemine kadar taşındı.
Filistinlilere aşı yok
Birleşmiş Milletler’in yeni Ortadoğu koordinatörü Tor Wennesland, 26 Ocak günü videokonferans yoluyla düzenlenen Güvenlik Konseyi toplantısında, Filistinlilerin koronavirüs aşılarına erişimini kolaylaştırması için İsrailli yöneticilere çağrı yaptı. İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’ye aşı ulaştırılması için Filistin Yönetimi’yle ve Birleşmiş Milletler’le işbirliği yapması gerektiğini söyleyen Wennesland, bunun uluslararası hukukun bir yükümlülüğü olduğunun altını çizdi.
Kısa süre önce Filistin Yönetimi Dışişleri Bakanı Riyad el-Maliki de işgal güçlerinin Filistinlilere tek bir aşı dahi vermediğini, kendilerinde böyle bir yükümlülük de görmediklerini söylemişti.
Öte yandan İsrail yöneticileri, Batı Şeria’da uluslararası hukuka aykırı şekilde inşa edilmiş olan Yahudi yerleşim birimlerinde yaşayan İsrailli yerleşimcileri de aşılama kapsamına aldı. Ancak bu yerleşim birimlerinin etrafında yaşayan iki buçuk milyonu aşkın yerli Filistinli bu imkândan mahrum kaldı.
Abluka altındaki Gazze Şeridi ise, son derece kısıtlı genel sağlık imkanlarının parçası olarak, koronavirüs test kitlerine bile erişmekte zorlanıyor. Birden fazla kez tükenen test kitleri, Çin ve Türkiye’nin yardımlarıyla sınırlı düzeyde temin edilebildi. Şu ana kadar Gazze ve Batı Şeria’da 150 binden fazla kişiye koronavirüs teşhisi konuldu ve yaklaşık 2 bin Filistinli salgın sebebiyle hayatını kaybetti.
İstisnai olarak, işgal altındaki Doğu Kudüs’teki Filistinlilerin aşı olabilmesini mümkün kılan şey ise İsrail rejiminin Kudüs’ün tamamını kendi toprağı ve Kudüs’te yaşayan herkesi kendi vatandaşı sayması. Uzun yıllardır şehirde Arapsızlaştırma politikası sistematik bir şekilde uygulansa da, şehirdeki varlığına tutunabilmiş olan Filistinliler “vatandaşlık” imkanlarından bir düzeyde yararlanabiliyor. (Ancak öteki “vatandaşlardan” farklı olarak, Batı Şeria’ya bile gitmeleri yasak.)
Son olarak, işgal altındaki Filistin topraklarında ikamet edip, sınırın İsrail tarafında çalışan on binlerce Filistinli işçi için özgün bir durum söz konusu. Halen bu Filistinli işçiler de aşı hakkından ve imkanından yoksun, ancak İsrail İnşaatçılar Birliği gibi oluşumlar ve bazı İsrailli sağlık kuruluşlarının temsilcileri, işçilerin virüsü İsrail içine yayma tehlikesi sebebiyle aşılanmaları gerektiğini ifade ediyor…
Geçici veya münferit bir durum mu?
Şu anda Ramallah merkezli Filistin Yönetimi, kendi imkanlarıyla aşı temin edebilmek için dört ayrı ülkenin şirketleriyle görüşmeler yürütüyor. Özellikle Rus aşısı Sputnik V’nin temin edilme ihtimalinin yüksek olduğu, ancak bunun ne zaman olabileceğinin belirsiz olduğu ifade ediliyor. İsrail yönetimi ise, uluslararası anlaşmaların gereksinimlerini, en azından “kendi nüfusunu” aşılamayı tamamlayıncaya kadar ihlal etmeye devam edecek gibi görünüyor.
Öte yandan son günlerin bir başka dikkat çekici gelişmesi, aşı ayrımcılığının münferit bir politika olmadığını da gözler önüne serdi. Tel Aviv gazetesi Haaretz’in haberine göre İsrail Sağlık Bakanlığı, uygulanması yıllara yayılacak bir plan doğrultusunda, Kudüs genelindeki hastane yataklarının sayısını 2 bin arttıracak. Plan dahilinde Haredi mahallesi Beit Şemeş’te yeni bir hastanenin açılması da öngörülüyor. Plan kapsamında şehrin doğusunda Filistinlilerin yaşadığı kısımlara temin edilecek yeni yatak sayısı ise, sıfır. Doğu Kudüs’teki Filistinliler aşırı kalabalık sağlık tesislerine mahkûm kalmaya devam edecek ve bu durum, yukarıda sözünü ettiğimiz hukuki duruma rağmen böyle olacak.
Doğu Kudüs’te, Batı Şeria’da, Gazze Şeridi’nde veya ’48 sınırları içinde yaşayan Filistinli Arapların hukuki statüleri farklı olsa da, her biri, İsrail rejiminin kurumsallaşmış ayrımcı politikalarını çeşitli biçimlerde deneyimliyor. Geçtiğimiz 12 Ocak tarihinde İsrailli insan hakları kuruluşu B’Tselem tarafından hazırlanan cesur bir yayın, tüm bu durumları izah edecek çerçeveyi net bir şekilde ifade ediyor. İsrail’in 1967 sınırlarının bir tarafında demokrasi, diğer tarafında işgal olmak üzere iki ayrı rejim uyguladığı düşüncesini reddeden B’Tselem kuruluşunun yeni politika belgesine göre, sınırın her iki tarafında tek ve aynı rejim hüküm sürüyor: Apartheid rejimi.
Bu tespit, Filistin yanlısı çevrelerde uzun süredir dillendiriliyor ve İsrail rejimi, bir zamanlar Güney Afrika’da hüküm süren beyaz üstünlükçü apartheid rejimiyle paralel değerlendiriliyordu.
Aşı krizinin de etkisiyle, önümüzdeki süreçte apartheid olgusu daha fazla konuşulacak ve tartışılacak gibi görünüyor.