Filistin’de menfur saldırılar devam ederken gündemi başka hiçbirşey ile meşgul etmemek gerekir. Ancak utana sıkıla bir başka konuyu daha tartışmaya açmayı insanlık onurunun bir gereği sayıyorum:
Enjoy I am vaccinated – “Keyfine bak, ben aşılıyım”
Turizm Bakanlığının kendi sayfalarından yayımlayıp tepki gelince sildiği bu reklam filmi kadar onur kırıcı bir aşağılamaya ancak sömürge döneminde denk gelebiliriz. Reklam o denli rahatsız edici ki Washington Post gazetesinin muhabirlerinden Vanesse H. Larson bu reklam için “kolonyal dönemi” hatırlatıyor dedi.
“Enjoy — I’m vaccinated!”
Feels almost like a colonial mindset to have this tourism ad campaign for Turkey as locals are on lockdown and less than 13% of country is vaccinated https://t.co/l0r1XcP4I2
— Vanessa H. Larson (@vanessahlarson) May 13, 2021
“Keyfine bak…”
Tartışmanın odağındaki reklam filmini şimdilik bir kenara alıp konuya biraz daha geriden bakalım: 6 Mayıs’ta Bakan Çavuşoğlu’nun Almanya’da yaptığı açıklamada “Turistlerin göreceği herkesi aşılayacağız!” ifadesi öylesine gurur kırıcıydı ki hemen herkes bunun bir dil sürçmesi olduğu ve özür dileneceğini düşündü. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Almanya’da mevkidaşı ile yaptığı görüşmedeki açıklamaları iktidarın toplumu nasıl algıladığına dair önemli ipuçları veriyordu. Aşı konusundaki eleştiri ve çekinceler bir yana aşılama takvimini “turist” odaklı hale getirmek ciddi tepki çekti. Üstelik bu üstten bakan ayrıştırıcı dil ile ilgili bir özür de beklenirken Kültür Bakanlığının yayımladığı Türkiye reklamı esasında Çavuşoğlu’nun Almanya ziyaretindeki açıklamalardan bugüne dek devam eden sürecin bir dil sürçmesinden öte planlanmış olduğunu ortaya koydu. Açıklamalar ve ardından yayımlanan reklam filmi bir “reklam kampanyası”nın parçasıydı.
Reklamda görülen maske görselinin sarı rengi, “keyfine bak, aşılıyım” vurgusu çok yoğun rahatsız edici çağrışımları beraberinde getiriyor. Reklam filmlerinin, bir “iletişim stratejisi” ile oluşturulduğunu düşündüğümüzde sıradan insanın zihnindeki etkisi gözardı edilmiş olamaz. Dolayısıyla “iletişim” açısından bu reklamın “bizim insanımızı” dikkate almadığını, ülkeye gelmesi olası turist ve tur operatörleri için düşünüldüğünü söyleyebiliriz. Yani Washington Post muhabiri Vanesse H. Larson’ın “kolonyal dönem” benzetmesi yerli yerinde. Bu topraklarda yaşayan insanları “döviz girdisine” göre kategorize etmek nereden bakarsanız bakın açıkça sömürge dönemi uygulamalarını hatırlatacaktır.
Video krizleri, üst düzey bürokratların yaptığı ilginç açıklamalar bir süredir iktidarın “iletişimi yönetemediği” eleştirisini beraberinde getirmişti. Oysa problem iletişim yönetiminden öte devlet geleneğinin genetiğinde yer alan bakış açısının bir anlamda dışavurumu… Politik manevra alanları daraldığında kendini daha net hissettiren bu bakış, insanlara adeta yerini gösteren bir dil üretiyor. Soma faciasından hemen sonra yaşanan tekme hadisesi ve akabinde yaşananlar, bir bakanın kanser hastası bir kızın yardım talebine eline 200 tl sıkıştırarak cevap vermesi, “Aşılandım, benden korkmayın!” temalı reklam filminin bürokrasinin ilgili her kademesinden onay alınarak bakanlık hesabından yayımlanması bu dilin göstergeleri.
Aynı dilin zehirli etkilerini bu ülkenin “özür ve istifa” konusundaki trajikomik tutumunda da görebilirsiniz. Sorumluluğu üstlenmeyen, hesap verme zorunluluğu hissetmeyen hatta özür dilerken bile azarlayan bu ekabir psikolojisi halkına haliyle kulağına aşı küpesi takılmış … muamelesi yapmakta.