Köşe Yazıları

Çaylak Hokkabaz

Yayınlanma:

-

Müvekkilim 2005 yılında, henüz 19 yaşındayken İstanbul Fatih Camii önünde basın açıklamasına katıldığı ve çantasında basın açıklamasına davet kartları bulunduğu gerekçesiyle gözaltına alınmış, tutuklanmış ve 2 yıl 6 ay hapis ve 3.666 TL adli para cezasına çarptırılmıştı.

Neden mi?

Çünkü üyesi olduğu Hizb-ut Tahrir, Yargıtay tarafından terör örgütü olarak kabul edilmişti. Dolaysıyla müvekkilim de terör örgütü üyesi olup çıkmıştı.

Peki, Hizb-ut Tahrir Gerçekte Nedir?

1953 yılında Filistin’de kurulmuş, İslam’ı hayata hakim kılmayı amaçlayan ve 40’dan fazla ülkede faaliyet yürüten bir siyasi parti. Seçimlere girmiyor ve toplumu ikna ederek değiştirmeyi hedefliyor. Tüzüğünde açıkça beyan edildiği, sözcülerinin de her vesileyle dile getirdiği üzere Hizb-ut Tahrir cebir ve şiddeti dışlamıştır. Geride kalan 70 yılda söz konusu partinin herhangi bir şiddet eylemi içinde olduğuna dair bir emare bulunmamaktadır.

Müvekkilin tutuklandığı 2005 yılında ben hukuk fakültesinde öğrenciydim. Henüz Hizb-ut Tahrir üyesi de değildim. Nasipse bu yazıdan sonra olacağım! Daha önce de KHK’lıların haklarını savunmuş ve fetöcü, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun haklarını savunmuş ve pkklı, Sivas Davası mağdurlarının haklarını savunmuş ve gerici, hatta bir ara, kaşla göz arası, sorosçu olmuştum. Liste uzar… Türkiye’de insan hakları mücadelesi veren biriyseniz her an her şey olabilirsiniz. Zira burada her şey inanılmaz “ucuz”dur! Akşam 18 lira olan doların sabahına 11 lira olması gibi, ikindi vakti kahramanken yatsıya vatan haini çıkabilirsiniz. Komedi, garabet ve saçmalıktan mürekkep acayip bir bulamaç. Nevi şahsına münhasır, akıl sır ermez bir melezlik diyelim buna biz.

Müvekkil, 12 yıl sonra, aynı “suçtan” ötürü, infazının kalan kısmı için yeniden cezaevine gönderildiğinde, çoktan Hizb-ut Tahrir’den ayrılmış, evlenmiş, iş ve çoluk çocuk sahibi olmuştu.

Kendisine, “Adil Yargılanma Hakkı” ihlali sebebiyle Anayasa Mahkemesi’ne müracaatı önerdim. Bireysel başvurumuz sonucu, mahkeme, “gerekçeli karar hakkı”nın ihlal edildiğinden bahisle yeniden yargılama kararı verdi.

Yargılama başladı. İstanbul … Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ikinci celsede iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını sundu.

Ve Yargıtay’ın bu davalar için verdiği “akıl almaz” içtihat yıllar sonra benzer cümlelerle mütalaa adı altında karşımıza çıkmış oldu. (Dikkatinizi çekmek için iki cümleyi koyu hale getirdim.)

Her ne kadar sanıklar tarafından örgütün bugüne kadar herhangi bir şiddet içeren eylemi icra etmediği ve benimsemediği, bu nedenle 3713 sayılı kanundaki terör örgütü için aranan kanuni unsurların oluşmadığı savunulmuş ise de; 3713 sayılı kanunun 1. maddesindeki terör tanımında belirtilen ve Anayasa’nın 1, 2, ve 3. maddesinde düzenlenen değerlerin değiştirilemez niteliği Anayasanın 4. maddesi ile teminat altına alınmıştır. Seçilmiş iktidarlar tarafından dahi değiştirilmesi mümkün olmayan bu değerlerin kökleri dışarıya dayanan bu örgüt tarafından cebir ve şiddet kullanmadan değiştirilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ülkemizde bugüne kadar şiddet içeren bir eylemlerinin olmamasının örgütün insan ve silah araç gereci bakımından elverişliliği dikkate alındığında bu eylemlerin olmayacağı anlamına gelmemektedir. Ayrıca Anayasanın 14. maddesi gereğince hak ve hürriyetlerin hiçbirinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağından, suça elverişli, uluslararası bir örgütsel yapı içerisinde bulunularak yürütülen faaliyetlerin din ve vicdan hürriyeti, düşünce ve kanaat hürriyeti veya düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi de mümkün değildir.”

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. Maddesi “terör tanımı” yapmaktadır. Bir eylemin terör tanımına girmesi için ilk şart girişte ifadesini bulmakta: “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle…”

Niyet okuyan, geleceği yargılamaya kalkan ve ardından oturup geleceği “mahkum” eden bu “aklı” yargılamak ve mahkum etmek için hukukçu olmaya gerek yok. Azcık akıl mantık sahibi olmak yeterli. Size gelip gelmeyeceği belirsiz bir gelecekte olup olmayacağı belirsiz eylemleri şimdiden yargılama yetkisini kim, neye göre verdi? (“Hani biz marjinaldik?”)

Soru şu: Bu, bir savcı aklı mı, üst derece mahkemesi aklı mı? Hayır. Bu, düpedüz devlet aklı.

Hukuk’u çiğneyecek ve üzerinde tepineceğim, bunu nasıl yapabilirim? İyi kötü bir gerekçe bulmak (uydurmak) lazım. (Gerekçeli Karar Hakkı ihlal edilmişti.) O halde, uyduruk bir gerekçenin önüne arkasına vatan millet devlet gibi kutsallardan yığınak yapalım… Terörle mücadele gerekçesini de sos olarak üzerine sıkalım… Üzerine biraz da “dış minnak” serptik mi, mahkeme kararımız hazııır!”

Yersen! Türkiye’de hukuk, helvadan puttur, demiştik. Egemenler acıkınca onu afiyetle yerler.

Bu kısacık pasaj Türk devletinin, belki dahası, modern devletin ruhunu olduğu gibi yansıtmıyor mu?

İnsanoğlu, kendi aklını ilah edinmeye görsün, daha dün seçtiği insanlar tarafından yapılan fani yasaları “seçilmiş iktidarlar tarafından dahi değiştirilmesi mümkün olmayan” şeyler olarak görüp kutsallaştırır. Din dışı kutsallardan geçilmez oldu.

Karşımızda, bizi büyülemeye çalışan, lakin çaylaklığı neticesi işi yüzüne gözüne bulaştırmış bir “hokkabaz” var. Cem Yılmaz çok komikti, bu hiç komik değil.

Tıklayın, yorumlayın

GÜNDEM

Exit mobile version