Üniversite öğrenciliği, ardından evlilik derken 20 yılı geride bırakmış tecrübeli bir kiracıyım.
Son 2 yılda ev sahibi-kiracı gerilimleri nedeniyle çokça soruya muhatap oldum. Elbette tecrübeli bir kiracı değil avukat olduğum için arıyor insanlar beni. Gördüğüm kadarıyla, genel olarak, kiracılar haklarını, kiraya verenler ise sınırlarını bilmiyorlar.
Bu ilişkinin tarafları insan, üstelik de bu ülkenin insanı, yani yok birbirinden farkı. Zulme uğrayanlardaki zulmetme potansiyelini, mazlumların zalim adayı olduklarını pekala bilerek kaleme alıyorum bu satırları. Tarafım ama kiracıdan veya ev sahibinden değil, her meselede, görebildiğim, idrak edebildiğim kadarıyla, haktan yana tarafım. Herkesin göstermeyi pek sevdiği şu büyük resme baktığımda, neden hep kazanan ata oynamayayım ki, diye soruyorum kendime.
İşin en başında, insanın, kiraya verdiği “şey” üzerinde biraz olsun düşünmüş olması gerekir. Bir limuzin değil kiraya verilen, bir ev: İnsanlar için barınak, aile konutu, yuva, hayatın bütün zorluklarından sığınılan, korunaklı bir alan. Komşuluk hukukunun doğduğu, geliştiği, insan ilişkilerinin kök saldığı bir yer.
Ev’de kalanlar genel olarak evlidirler ve yine genel olarak evli insanların evlatları olur. İş yerleri, okullar, sosyalleşme alanları, arkadaş çevreleri yaşanılan yere (eve) göre gelişir, genişler, derinleşir.
İnsanın kendisiyle ve çevresiyle huzur ve güven içinde sağlıklı biçimde yaşayabilmesi için ev temel ihtiyaçtır. Bu anlamlara az çok vakıf olmayanlar, evlerini herhangi ticari bir eşya, hatta hoyratça kullanılacak bir rant aracı olarak görebiliyor ve kiracılarını sırf daha fazla para kazanmak için tedirgin-huzursuz edip bıktırıp usandırmak suretiyle evden çıkartabiliyorlar. Bir kapitaliste yakışır da birazcık vicdanı, merhameti olan insana yakışmaz bu tür davranışlar.
Kiracının kiraya verene karşı borçlarını, ayrıntıya girmeden belirtelim: Sözleşmeye uygun olarak her ay düzenli biçimde kirasını ödemek, kiraladığı yeri (ve demirbaş eşyaları) kiralanış amacına uygun ve temiz biçimde kullanmak, korumak-kollamak ve her yıl devletin belirlediği resmi oranda (TÜFE) kiraya zam yapmak. Bu şartları yerine getiriyorsa kiracı evde istediği kadar kalabilir.
İnsanlar bu beklentileri kabul ederek bir evi kiraya verdikten sonra neden sorun yaşarlar? Kiracı kirasını düzenli ödemez veya çevresine, komşularına ciddi ciddi rahatsızlık verir veya TL değer kaybederken her yıl yasanın belirlediği artırım oranında zammı uygulamaz. Ev sahibi haklıdır. Kiracıdan “sözleşmeye” uymasını ya da evi tahliye etmesini ister. Olmazsa, dava yoluna gider.
Şahit olduğum, beni arayıp, “ne yapalım” diye soran kiracıların da yaşadıkları farklı. Hikayeler pek çok kişiye tanıdık gelecektir.
Ev sahibi kira artışı yapılacak ay ve gün geldiğinde arar, “şu kadar olan kiranı bu kadar yaptım”, der. Mesela yüzde 40 artış. Dersin ki: “Ama yasal artırım oranı (TÜFE) yüzde 20.” Başlar: “Sen zaten ucuza oturuyorsun, bu civarda kiralar ne kadar haberin var mı?”
Herkes fakirleşirken sen zenginleşiyorsan veya maddi durumun el veriyorsa ev sahibinin dediği -gönlünden geçen- artışı, olmuyorsa da devletin belirlediği artışı yapar, evinde kalmaya devam edersin.
“Ev sahibi kiraya çok zam yapıyor, ya ödersin ya çıkarsın diye baskı yapıyor, ne yapayım” diye soruyorlar.
“Anlaşamıyorsanız TÜFE oranında artır ve devam et. Haklı olduğunu düşünüyorsa tahliye davası açar.” diyorum.
“Sözleşme bir yıllıkmış, ev sahibi evi boşalt diyor, ne yapayım?”
“Önemli değil bir yıllık olması, sen kalmak istiyorsan sözleşme otomatik olarak uzatılmış sayılır, kiraya her yıl TÜFE oranında artış yapıp devam edebilirsin. 10 yılın sonunda tahliye davası açarsa ev sahibi, çıkarsın.”
“Ev sahibi evi satacakmış, çık diyor, ne yapayım?”
“Evi satabilir elbette, fakat çıkmak zorunda değilsin. Yeni malikin kiracısı olursun. Evde yeni malik oturacaksa, hele evi bir satın alsın, yeni malik olduğunu sana göstersin, ihtarname ile 6 ay süre tanımak durumunda sana.”
Kendi evini bir kira parası daha cebe indirmek için emlakçı kılığında kiraya veren mi ararsın, sırf daha pahalıya kiraya vermek için, satılacağını söyleyip, sahte alıcıları eve göndererek kiracısını çıkartan mı?
Taraflara haklarını ve hadlerini (hudutlarını) bilmelerini tavsiye ederim. Her ilişkinin, içinde iktidar barındırmakla birlikte esasen bir imtihan olduğunu hatırlatmak isterim. Bir yerde zulmedenin az ötede, aynı veya benzeri zulmün mağduru olabileceğini unutmamasını dilerim. Asıl mülk sahibi, hayatı ve ölümü var eden, yaratan ve yaşatan, Alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Hepimiz şu üç günlük dünyada kiracıyız, mülteciyiz.
Çapsızlığı bir kenara koymak ve köleliği ortadan kaldırmaya çalışmak lazım. Bir yerde insanlar sabahtan akşama kadar, günde 10-12 saat çalıştıktan sonra kazandıkları paranın üçte birini kafalarını sokacaklarını ev için vermek zorunda kalıyorlarsa, orda kölelik vardır. Büyükşehirlerde kısmen, fakat bilhassa her dört kişiden birinin yaşadığı İstanbul’da böyle bir durum yok mu?
İstanbul’da yaşayan ve bu yazıyı okuyan biri, kaba bir hesaptan sonra, “şükür ki ben köle değilim, eve giren paranın üçte birinden azını kiraya veriyorum” diye düşünebilir. Ona şu soruları yöneltebilirim:
Nerelisin, diye sorduklarında, ömrünün büyük kısmını orda geçirmene rağmen İstanbulluyum diyebiliyor musun?
Kendine, ailene, çocuklarına yeteri kadar vakit ayırabiliyor musun?
Kendine ve hiç değilse ailene değer katmak adına sosyalleşmeye; kültür, sanat, spor gibi imkanlardan istifade etmeye mecalin kalıyor mu?
*Kapaktaki fotoğraf: ThinkStock Photos