Koronavirüs salgınından işçilerin çok boyutlu olarak nasıl etkilendiğini yine işçi arkadaşlarımız anlattı.
Mehmet Karayıl:
Can çekişen bir sektörün virüs ile imtihanı… “Ekmek aslanın ağzında” deyiminin tam olarak yaşandığı bir dönem… En vasıfsız insanın dahi hiç zorlanmadan istihdam bulduğu bir sektör olan tekstil, bu işe yıllarını vermiş, ustasından, kalfasına, piyasanın insafına terkedilmiş ve hiçbir güvencelerinin olmaması işin cabası. İşçisiyle işvereniyle bir belirsizliğin olduğu, hiç bitmeyen kaygı ve endişeler zincirinin girdabında bir yaşam… Virüs öncesi ne idi ki sonrası ne olsun! Bir araştırma yapılsa eğer, hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalışılan sektörlerin başında tekstil gelir; eğer işveren işçinin hakkını verse birkaç ayda iflas bayrağını çeker! Emeğinin ve alın terinin karşılığını alamıyor kimse!
Yıllar öncesinde bir ustam şöyle demişti: “Eğer düşmanın varsa ve ondan intikam almak istiyorsan öyle onu öldürmeyi falan hiç düşünme. Çağır onu, kendi cebinden ona bir konfeksiyon dükkanı aç, elemanlarını ve işini bul ve ‘Çalış!’ de. O dükkân onu yavaş yavaş öldürür! Haksızlık ve hukuksuzluğun kol gezdiği bir iş sahası…
İnsanlık var olalı beri giyim var, bundan sonra da olacak. Bu en temel ihtiyacın da kendi içinde bir takım meşruiyetleri olmalı, giydiğimiz kıyafetlerin hangi çilekeş ellerden geçtiğini bilemiyoruz. Bangladeş’te üretip bize daha ucuza satan firmalara teşekkür mü etmeli, hınç mı duymalı, bilemiyoruz.
Büyük firmaların, ismi öne çıkmış markaların hangi emekçinin kanını emerek bize sunduğu ürünü sırıtarak taşıyoruz omuzlarımızda, hepimiz bu suça ortağız. “Bilinçli tüketici” kavramı sevimsiz bir kavram lâkin devrimci ve hakkaniyetli bir tavır bence. Gandi’nin kendi ipliğini eğirip kıyafet yapması bir itiraz, bir duruştur! Bizde hiç olmayan bir duruş ve itiraz!
Pandemi öncesi sosyal güvencesi olanların (ki, bunların oranı binde birdir), devletin her ay ödediği 1500 liralık ödenek için iktidara binlerce kez minnettarlar. Sosyal güvencesi olmayanlar ise nasıl geçiniyor ben anlamış değilim! Aile içi dayanışma ya da eşe-dosta, borçlanmaya, bankalara kredi kartlarına sığınıyor insanlar. Kirada olanlar ise ev sahibinin insafına kalmış, eğer ev sahibi de ihtiyaç sahibi ise o zaman iki kere vah!
Tüm bunların üstüne gündelikçi elemanların sayısının artıyor olması, işverenlerin de işine geldiği için tercihlerini o yönde kullanmaları, sabit elemanın külfetindense yemek, yol, sigorta istemeyen elemanı tercih ediyorlar. Türkî cumhuriyetlerden tutun da Hindistanlı, Pakistanlı, Suriyelilerin de olduğu gündelikçi elamanların gün geçtikçe sayıları artıyor. İş bulamayan yerli halk da bu alanları tercih ediyor. Sömürü, haksızlık kol geziyor, virüsten daha çok ekmeğin kaygısı var! Hasta olmaktan korkmuyor, aç kalmaktan korkuyor tekstil işçisi, sosyal mesafe umurunda değil! Gündelikçinin arabasına kapağı attı mı bayram ediyor o gün! On beş kişilik arabaya kırk kişi biniyor. Hangi mesafe, hangi kural ve tedbir? İster istemez değişiyor önceliği insanın.
İnsanca, onurlu bir yaşam herkesin hakkı lâkin rahmetli babam derdi: Nané rezila, çare tunne! (Rezillerin ekmeği, çare yok!)