Yazılar

Ruh Marazlarına Yürüyüş: Kent Meydanı Sıhhat Yurdudur – Büşra Nur Topal

Yayınlanma:

-

İstanbul’dan sonra yerleşilen her şehirde İstanbul’u aramak gibi bir süreç başlıyor. Geçtiğiniz her sokakta ona benzer bir şeyler olsun, gördüğünüz yüzlerden biri size tanıdık gelsin isteği bir süre sizinle oluyor. Bu biraz ızdıraplı bir süreç. Eğer bu hissiyattan sağlıklı bir biçimde çıkılmazsa insan kendini kapatabiliyor. Biraz ileride, küstüm oynamıyorum, diyebiliyor. Gidilen yerlerin toprağı da, havası da, suyu da şifa olmuyor. Öyle bir döngü ki yıllar sonra oturduğunuz sokaktan geçecek olursanız içinizin cız edeceğini bildiğiniz için dönmekten de çekiniyorsunuz. Neredeyse üç yıl olmuşken bu süreci yavaş yavaş geride bırakmak üzereydim ancak ne yalan söyleyim yine de biraz İstanbul kırıntısı kalmıştı içimde.

Evin birkaç ihtiyacı için akşama doğru bir dükkâna girdim. Müşterilerle ilgilenen market elemanına seslenecektim ki ben davranmadan “4 numaradan mı olsun?” dedi. Belki 7-8 kez uğramışımdır bu dükkâna, farkında olmadan bir tanışıklık oluşmuş. Marketten çıktım. Seyyar satıcılar, araç trafiğine kapalı caddenin tam ortasına sıra sıra dizilmişler. Gözünüz bir şeye takılmadan geçemiyorsunuz. Çoğunluğu Laz, aralarında Kürtler de var. Kimi sigarasını sarıyor, kimi sararmış bıyıklarının altından türkü mırıldanıyor. Kimiyse tezgâhını süslüyor, bir tezgâhına bir de gelen geçene bakıyor. “Elmaa!”, “portakaal!” diye bağırmaları yok, tam ortadalar, en görünüklü yerde. Bir şeyin görünüklü olması, kendinden reklamlı anlamına gelir.

Yağış bastırsa da ağır ağır yürüyorum, önüme bir çift çıkıyor. Kol kolalar. Hanımefendinin tuttuğu şemsiye altında iki adım sağa, iki adım sola gidiyorlar. Şemsiye rüzgârdan ters dönmüş, farkında değiller. Birden çarpıyorlar, arkalarından gelen ben, ramak kalıyor çarpmaya. Seyyar arabasını tutuyor adam, limonlar dağıldı dağılacak. “Yâ Allah” diyorum titreşen limonları görünce (bir şeye şaşırdı mı destur ister gibi tepki verilmez, bunu eve dönerken düşünecek olacağım). Kör olduklarını fark ettiği için ses çıkarmıyor satıcı. Tekrar yürümeye başlıyorlar. Selam verip az önce çarptıkları yerde ne olduğunu söylüyorum. Yolun o kısmından sonrasının serbest olduğunu, bir süre sağa sola yönelmeden dümdüz giderlerse herhangi bir şeye çarpmayacaklarını belirtiyorum. Gideceğim yeri soruyorlar, güzergâh aynı olunca eşlik etmemi istiyorlar. Yol ayrımına kadar yürüyoruz birlikte. Onlar kolkola, ters dönmüş şemsiye altında söylediğim gibi dümdüz yürüyorlar. Şemsiyeyi düzeltiyorum. Elimde dört numaralı peynir poşeti… Daha fazla ıslanmasın diye peynirime sarılıyorum, bu esnada yol bitti bitecek.

Onları uğurlayıp yalnızlaşınca yağmur artık abartarak yağmaya başlıyor. Nasıl bir hissiyatsa İstanbul’da yürüyor gibi oluyorum. Akşam Erenköy’den dönüyormuşum, yolu uzatıp Mahmutpaşa’dan geçmişim gibi oluyor. O karınca kalabalık, gürültü ve esnaf sesleri dikkatimi yücelere çıkarmış da, gözüm açılmış, etrafa cin cin bakıyormuşum gibi. Oradan Divanyolu’na geçmişim, yokuşla yavaşlamış ve sükûnetle geleceği düşünüyormuşum gibi ya da eve yaklaşınca mahalle bakkalının kızı esmer Ayşe utanarak el sallamış gibi. Neden böyle oluyor? Bilmiyorum ama güzel bir his kaplıyor içimi. Birinden hiç ümidiniz yokmuş da sizi güzellikleriyle mahcup etmiş gibi, şehir beni utandırıyor. Yağmur başıma şıp şıp damlıyor, üşüdüğünü hissetmeyen bir deli gibi yürüyorum.

Şehir meydanını arşınlamak büyük bir doyum veriyor. Ruhunda marazlar olduğunu söyleyen ve bir türlü zihnindeki meseleleri çözümleyemeyen tanıdıklarıma kalabalıkların en iyi ilaç olduğunu anlatmışımdır hep. Ancak yürüdüğümde beni bulan, bakışlarımı kendimden alıp başka yüzlere çevirdiğimde bana uğrayan bir bilgi evrenine geçiyorum böylece. Görüyorum ki bu meydanda bizimle birlikte alelacele yürüyen ve farklı yönlerde, farklı hikâyelerde irade gösteren tüm bu insan topluluğu, bütün bu toplam, bize bir şey söylüyor. Çözümsüzlükler daha bir anlaşılır hale geliyor. Gündelik akışa dikkat kesilmek, farklı mekân ve kalabalıklarda birçok ahbap edinmeyi de sağlıyor. Bir köşe bulup olan biteni seyrederek iyi bir gözlemci oluyor insan. Dâhil olduğundaysa herkesi ve her şeyi gönül hoşluğuyla kapsayan yeni bir anlayış eşiğine geçiyor.

Burayı özlü bir sözle bitirmem icap ediyor ancak sözüm yok. Bu yazı umarım içerlenenler için, en güzel yurdun insanlar arası olduğunu anlatabilmiştir. İnsanlara karışmak ve akıştaki boşlukları doldurmak, yani ki, oyuna dâhil olmak kadar güzeli yok.

Tıklayın, yorumlayın

GÜNDEM

Exit mobile version